Sanat Özgürlük İster

Sanat, toplumun belleğini diri tutan en güçlü alanlardan biridir. Yaşanan tüm gerçeklikler acılar savaşlar kayıplar yangınlar sanatın ve duyarlı sanatçıların çalışma alanlarını oluşturmuştur. Çünkü sanat insanı ilgilendiren her konuyu korkusuzca ele alır yüksek sesle dile getirir. Ama belleği koruyan, özgürlüğü savunan bu alan çoğu zaman baskı altına alınır. Sanatçının sözü susturulmak, fırçası törpülenmek, performansı engellenmek istenir. Toplumlar hem sanata ihtiyaç duyar, hem de ondan korkar. Sanat, özgürlük olmadan nefes alamaz.
Bu durum kavramsal sanatta en çarpıcı şekilde görülür. Dünyada ve İstanbul’da bienallerde sıklıkla karşımıza çıkan Kavramsal Sanat, yalnızca “güzel” olanı değil, çirkin ve görünmek istenmeyeni, sadece “iyi” olanı değil, kötü ve “rahatsız edeni” de sahneye taşır. 1960’lardan itibaren sanatçılar, galerilerin beyaz duvarlarını doldurmuş, izleyiciyi düşünmeye ve sorgulamaya mecbur bırakmışlardır. Zihinde yaratılan soru işaretleri ile anlamlar çıkarılmaya çalışılmış, izleyiciler sanatçının vermek istediği mesajı okumaya gayret göstermişlerdir.
Mesela Marcel Duchamp’ın “Pisuar”ı (Fountain, 1917)… Bir sanat galerisinin ortasına sıradan bir pisuar yerleştirmek, sanatın sınırlarını sorgulatan devrimci bir tavırdı. Ama aynı zamanda kurumların, kuralların ve sanat otoritelerinin otoritesini sarsıyordu. Bugün bile hâlâ tartışılıyor: “Bu sanat mı?” İşte özgürlük tam da bu soruyu sorabilme cesaretinde saklıdır.
Ya da Joseph Beuys’un “Ölü Bir Tavşana Resimler Nasıl Anlatılır” (1965) performansı… Sanatçının yüzünü bala bulayıp ölü bir tavşana resim anlatması, akıl almaz bir özgürlük deneyimidir. Beuys, sanatın sıradan izleyiciyle ilişkisini ve iletişimin imkânsızlığını eleştiriyordu. Bunu yaparken hiçbir otoriteye hesap vermedi, çünkü ona göre gerçek sanat, doğası gereği aciklama yapmaya gerek duymaz hesap vermezdi.
Çinli sanatçı Ai Weiwei’nin işleri ayni paralellikte devam ediyor. Çin’de devlet baskısını eleştiren işleri defalarca sansüre uğradı, eserleri yasaklandı, kendisi hapse atıldı. Ama onun eserleri durmaya ve gerçeği haykırmaya devam ediyor. Sanatın susturulması, aslında gerçeğin susturulmasıdır.
İtalyan heykel sanatçısı Maurizio Cattelan’ın “Komedi” adını verdiği, duvara bantla yapıştırılmış muzdan oluşan eser, ABD’de 6,24 milyon dolara satılmisti. Duvara bantlanmış muzda sıradan bir muza 120 bin dolar ödeyebilecek kadar dünyadaki gerçeklikten uzak yaşayan zenginler ile yoksullar arasındaki gelir eşitsizliğine ve sınıfsal farka işaret ediyordu.
Marcel Duchamp’ın pisuarı ya da Ai Weiwei’nin protesto işleri dünyada bu tartışmayı açtıysa, Türkiye’de de birçok sanatçı aynı mücadeleyi sürdürdü.
Yerleştirme (enstalasyon) sanatının ikonu Sarkis, eserlerinde belleği ve travmaları işler. 1980’lerden itibaren Türkiye’nin yakın tarihindeki yaraları işaret eden enstalasyonlarıyla, toplumsal hafızayı diri tutmaya çalıştı. Onun işleri bize şunu hatırlatır: Sanat, hatırlatmak zorundadır; unutturulmak isteneni gün yüzüne çıkarmak, özgürlükle mümkündür.
Hale Tenger, ise çalışmalarnda özellikle toplumsal baskı, militarizm ve sansür gibi meselelerini gündeme taşımıştır. “Balloons on the Sea” (2011) gibi eserlerinde kırılganlık ve tehdit arasındaki ince çizgiyi sorgulatmıştır. Tenger’in sanatı, bireyin üstündeki görünmez baskıları görünür kılar. Bu da tam olarak sanatın özgürlükle olan bağını ortaya koyar.
Cevdet Erek, mekânı, sesi ve zamanı dönüştüren işleriyle bilinir. Onun İstanbul Bienali’nde ya da uluslararası sergilerde ortaya koyduğu işler, izleyiciyi alışılmış kalıplardan çıkarır. Sesin mekânda yarattığı özgür dolaşım, sanatın sınırsızlığını hissettirir.
Ve daha niceleri… Türkiye’deki pek çok çağdaş sanatçı, tüm kısıtlamalara rağmen üretmeye devam ediyor. Ama bir gerçek değişmiyor: Sanatı sınırlamak isteyenler, aslında toplumu sınırlamak istiyor. Sanat özgürlüğü kaybettiğinde, toplum da karanlığa gömülür.
Kavramsal sanat bize şunu açıkça söylüyor: Bir pisuar, bir boş oda, denizin üstünde duran kırılgan balonlar ya da bir ses düzenlemesi… Bunların hepsi, özgürlüğün ne kadar vazgeçilmez olduğunu haykırabilir. Çünkü sanat, özgür olmadığında yalnızca süslenmiş bir sessizliktir. Bizim ihtiyacımız olan ise cesurca konuşan, hatırlatan ve sorgulayan sanattır.
Bilgehan Yılmaz