Beylerbeyi Sarayı Göz Kamaştırıyor!

 Beylerbeyi Sarayı Göz Kamaştırıyor!

Anadolu Yakası Saray Köşk ve Kasırlar Daire Başkanı Akile Çelik, “Beylerbeyi Sarayı 19. Yüzyıl Osmanlı mimarisinin tüm özelliklerini taşıyan sanatsal, kültürel ve tarihi değeri ile göz dolduran bir saraydır” ifadelerini kullandı.

Akile Çelik kimdir? Bize hayat hikâyenizden bahsedebilir misiniz?

11.07.1964 yılında Ankara’da doğdum. Hacettepe Üniversitesi Kütüphanecilik Bölümünden 1986 yılında mezun oldum ve aynı yıl TBMM Kütüphane Dokümantasyon ve Tercüme Müdürlüğünde Uzman Yardımcısı olarak çalışmaya başladım. 2 yıl sonra Milli Saraylara bağlı Dolmabahçe Sarayında çalışmaya başladım. Kütüphane Sorumlusu olarak, Milli Saraylar İhtisas Kütüphanesinin kurulması ve Dolmabahçe Sarayında bulunan tarihi Abdülmecid Efendi Kütüphanesinin tasnif, envanter ve dijital ortama aktarılması ile ilgili çalışmaları yürüttüm. 2016 yılında Ihlamur Kasırları Sorumlusu atandım ve 5 yıl bu görevi sürdürdüm. 2021-2023 yılları arasında Beykoz Cam ve Billur Müzesi Müdürü olarak görev yaptım. Şu anda Anadolu Yakası Saray Köşk ve Kasırlar Daire Başkanı olarak Anadolu Yakasında bulunan Beylerbeyi Sarayı, Küçüksu Kasrı, Beykoz Cam ve Billur Müzesi, Beykoz Mecidiye Kasrı ve İslam Medeniyetleri Müzesinde görev yapmaktayım. Milli Saraylarda geçirdiğim uzun çalışma hayatım boyunca hep yeni bir şeyleri keşfetmenin ve ortaya farklı bir fikir veya bakış açısı koymanın heyecan ve şevkini içimde hissettim. Müze araştırmacısı olarak çalıştığım yıllar içerisinde çeşitli sergilerde görev yaptım, araştırma sonuçlarının yer aldığı çeşitli makaleler, kitap ve sergi katalogları ile ilgili çalışmalarım oldu. Şu an çoğunlukla yöneticilik ile ilgili faaliyetleri yürütmekteyim. Ülkemizde sanatın ve tarihin gerçek değerini bulduğu, müzecilik ve restorasyon alanında yaptığı çalışmalarla fark yaratan Milli Saraylarda çalışmaktan her zaman mutlu olduğumu söylemek isterim. Özellikle son zamanlarda kurumumuzun genişlemesi ile beraber gelen süreçte yapılan restorasyon çalışmaları ve yeni açılan müze ve sergilerin müzecilik alanında yaratmış olduğu dinamik ve yenilikleri çok önemsiyorum ve Milli Sarayların bir çalışanı olarak gurur duyuyorum

Beylerbeyi Sarayı’nın tarihini bize anlatabilir misiniz?

Bugünkü Beylerbeyi Sarayı 1863- 1865 yılları arasında Sultan Abdülaziz tarafından yazlık saray olarak yaptırılmıştır. Sarayın mimarı Balyan ailesinden Sarkis Balyan’dır. Sarayın resmi açılışı 25 Zilkade 1281 / 21 Nisan 1865’te Cuma namazı sonrası Sultan Abdülaziz’in yeni saraya gelmesiyle gerçekleşmiştir.Bizans döneminde “İstavroz” adıyla bilinen Beylerbeyi semti, III. Murad (1574-1595) döneminde Rumeli Beylerbeyinin sahildeki yalısı sebebiyle “Beylerbeyi” adıyla anılmaya başlanmıştır. Bugün Beylerbeyi Sarayının bulunduğu alan tarih boyunca ilgi görmüş, özellikle 17. Yüzyıl başlarında gözde mesire yerlerinden olmuştur. Sultan II. Mahmud döneminde ise Rumeli Beylerbeyi Mehmed Paşa’nın yalısının yerine Eski Beylerbeyi Sarayı yapılmıştır. Eski Saray ahşap ve iki katlı olarak inşa edilmiş ana saray yapısının dışında Serdab Kasrı, Sarı Köşk, Şevkabad, Küçük Yalı, Büyük Yalı gibi kasırlar ile bendegan daireleri, hamamlar, mutfaklar, ahırlar gibi tamamlayıcı yapılar inşa edilmiştir. II. Mahmud tarafından yaptırılan eski Beylerbeyi Sarayı 1832 de yerli ve yabancı seçkin davetlilerin katılımıyla açılmıştır. Sarayın set bahçelerinin her biri ayrı bir yabancı uzman bahçıvan tarafından düzenlenmiş, üst sette bulunan büyük havuza içinde yüzen kuğular sebebiyle kuğu gölü ismi verilmiştir. Bugünkü sarayın set bahçeleri ile Serdab Kasrı (Mermer Köşk) ve Sarı Köşk Eski Saray’dan günümüze kalan yapılardır. Sarayda 1834 yılında bir sergi düzenlenmiştir. Sergide Rus Çarının padişaha hediye ettiği Petersburg fabrikalarında üretilen sanat eserlerinden oluşan bir koleksiyon yer almıştır. Sultan Abdülmecid döneminde de aktif olarak kullanılan Beylerbeyi Sarayında Amerikalı Profesör Lawrence Smith ilk telgraf makinesi deneyini yapmıştır. Bu dönemde Sarayda Rus ve Alman Prenslerine ziyafetler verilmiş, Prens Napolyon da burada ağırlanmıştır. 1851 yazında sarayda bir yangın tehlikesi yaşanmış ve Sultan Abdülmecid’den sonra tahta çıkan Sultan Abdülaziz tarafından ahşap saray yıktırılarak yerine bugün gördüğümüz kargir saray yaptırılmıştır.

Sarayın mimarisindeki öne çıkan özellikler nelerdir?

Yaklaşık 3000 metrekarelik bir alana oturan Beylerbeyi Sarayı mimari olarak Neo-klasik, Barok ve Rönesans üsluplarının etkilerini taşımaktadır. Dıştan bakınca Batılı tarzda yapılmış olan binanın iç mekanları geleneksel saray yaşamına göre düzenlenmiştir. Saray bodrumla birlikte 3 katlı olarak inşa edilmiş olup 6 salon ve 25 oda ile tuvaletler ve banyolar vardır. Sarayın bütününe bakıldığında tüm birimlerin araziye birbirinden bağımsız bir biçimde yerleştiği görülmektedir. Ana yapı deniz kıyısında yer almış diğer yapılar Sarı Köşk, Mermer Köşk, Ahır Köşk set bahçelerine dağıtılmıştır. Arazide eskiden var olan Paşa Dairesi, Geyiklik, Aslanhane gibi yapılar ise bugün bulunmamaktadır.Sarayın dış süslemesinde Batı kaynaklı motifler, iç düzenlemede ise geleneksel Türk-İslam motiflerinden türetilmiş süslemeler kullanılmıştır. Yapı Harem ve Mabeyn olarak 2 bölüme ayrılmış ve bu iki bölümün girişleri birbirinden ayrı tutulmuştur. Bütün saraylarda olduğu gibi Beylerbeyi Sarayında da Mabeyn süslemesi Hareme göre daha görkemli olarak ele alınmıştır.

Beylerbeyi Sarayı’nın geçmişteki önemli olaylara ev sahipliği yapmış olmasıyla ilgili anılar ve hikâyeler var mı?

Beylerbeyi Sarayı Sultan Abdülaziz ve Sultan II. Abdülhamid’in saltanat yıllarında yabancı devlet hükümdarlarının resmi ziyaretlerinde devlet konukevi olarak kullanılmıştır. Sarayda ağırlanan ilk önemli konuk Fransa İmparatoriçesi Eugenie’dir. 1867 yılında Fransa’ya ziyarete giden Sultan Abdülaziz’e iade-i ziyaret için 13 Ekim 1869’da İstanbul’a gelen İmparatoriçe Eugenei devlet töreni ile karşılanmış ve Beylerbeyi Sarayı’nda kendisine tahsis edilen Hünkar Dairesi yatak odasında (24 numaralı oda) kalmıştır. Kraliçenin ikameti sırasında Fransa İmparatoru ile haberleşebilmesi için saraya telgraf hattı çekilmiştir. Bu ziyareti hafızasından silinmeyen Kraliçe bundan 42 sene sonra Temmuz 1911’de tekrar İstanbul’a gelmiş ve Beylerbeyi Sarayı’nı ve yıllar önce çok küçük bir çocukken tanıştığı Yusuf İzzettin Efendi’yi (Sultan Abdülaziz’in oğlu) yeniden görmek istemiştir.

Sultan Abdülaziz döneminde Sarayda ağırlanan konuklar arasında Avusturya- Macaristan İmparatoru, Prusya ve İtalya Veliahtları, İran Şahı, Karadağ Prensi bulunmaktadır. Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıkışından sonra ise Rus Orduları Başkumandanı Grandük Nikola 1877-1878 Osmanlı- Rus Harbinin Barış koşullarını görüşmek üzere Beylerbeyi Sarayında ağırlanmıştır.

20 Ekim 1898 de Alman İmparatoriçesi en üst düzey protokolle yine Beylerbeyi Sarayı’nda ağırlanmıştır. V. Mehmed Reşad’ın Sarayın bahçesinde Ayan ve Mebusan Meclisi üyelerine verdiği ziyafet Meşrutiyet döneminin bir anısı olarak hafızalarda yer etmiştir.

Cumhuriyet döneminde de Saray yabancı devlet konuklarını misafir etmek için kullanılmış 1934 yılında İran Şahı Rıza Pehlevi Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından burada ağırlanmıştır. 1936 yılında Balkan Oyunları Festivali Beylerbeyi Sarayı’nda düzenlenmiş, Mustafa Kemal Atatürk o geceyi sarayın tarihi yatak odasında (24 numaralı oda) geçirmiştir.

Sarayın içindeki özel odalar veya bölgeler hakkında daha fazla bilgi verebilir misiniz? Sarayın koleksiyonunda bulunan sanat eserleri hakkında detaylı bilgi verebilir misiniz?

Sarayın Selamlık tarafındaki girişinde bulunan Mabeyn- Hümayun giriş sofası, başta padişah olmak üzere saraya gelen devlet erkanı, elçiler, yabancı devlet misafirleri gibi önemli kişilerin karşılandığı yerdir. Sarayın hemen hemen tüm oda ve salonlarında kullanılan stuko (mermer taklidi sıva) burada da kullanılmıştır. Sarayda bulunan avizelerin tamamı Fransız Baccarat Fabrikası ürünüdür. Sultan Abdülaziz’in 1867 yılında gerçekleştirdiği Avrupa seyahatinin saray dekorasyonuna önemli etkileri olmuş, padişah buradan pek çok avize ve şamdan sipariş etmiştir. Salonun tam ortasında ise Fransa İmparatoru III. Napolyon tarafından hediye edilen Sevres vazo yer almaktadır. Sarayın en görkemli salonlarından biri ortasında bulunan mermer havuz sebebiyle “Havuzlu Salon” olarak anılan padişahın katıldığı pek çok etkinliği tanık olan salondur. Havuzun 4 köşesinde ünlü Japon Arita porseleni vazolar yer almaktadır. Salonun tavanları denizciliğe ilgi duyan Sultan Abdülaziz’in isteğiyle gemi resimleri ile süslenmiştir. Salonda yer alan en önemli eser ise güzel sanatlara özellikle resim ve heykel sanatına ilgi duyan Sultan Abdülaziz’i at üzerinde betimleyen bronz heykeldir. Heykel 1871 yılında Floransalı sanatçı Charles Fuller tarafından yapılmıştır. Sarayda bulunan ve padişaha ait odalardan biri olan “halatlı oda” ise odadaki tüm mobilya ve mefruşatta halat ve denizciliğe ait unsurların kullanılması ile bu ismi almıştır. Sarayın dekorasyonunun Elhamra kaynaklı Mağribi üslubundan etkilendiğini gösteren en belirgin obje ahşap çerçeveli ayna ve konsollardır. Sarayın özellikle Valide Sultan’ın kullanımına ayrılan oda ve salonlarında Sultan II. Abdülhamid’e ait mobilyalara sıklıkla rastlanmaktadır. Bu mobilyaların bazılarında “AH” arması kullanılmış, bazılarında ise Osmanlıca harflerle “Abdülhamid” yazılmıştır. Sarayın genelinde hattat Abdülfettah Efendi’nin imzasını taşıyan pek çok hat levhası bulunmaktadır. Valide Sultan Dairesinde bulunan yemek odasındaki levhada mealen “Allahın dilediği olur ve kuvvet sahibi sadece Allahtır” yazmaktadır.

Beylerbeyi Sarayı’nın Kadınefendiler ve İkballer Dairesi sarayın ana binasında değil, Harem bahçesinde denize paralel olarak inşa edilmiştir, ancak bu yapı günümüze ulaşmamıştır.

Beylerbeyi Sarayı Valide Sultan Dairesi tarihi olaylara tanıklık etmiş önemli bir yerdir. Zira Osmanlı Devleti’nin 34. Padişahı Sultan II. Abdülhamid, tahttan indirildiği Nisan 1909’ dan Kasım 1912’ye kadar Selanik’te zorunlu ikamete tabi tutulduktan sonra Beylerbeyi Sarayı’na nakledilmiştir. II. Abdülhamid yaşamının son 6 yılını bu sarayda geçirmiş ve 10 Şubat1918’de yine bu sarayda vefat etmiştir. Yaşamının son yıllarını burada geçiren II. Abdülhamid’in yatak odası da Valide Sultan Dairesindedir. II. Abdülhamid’in sarayda ikamet ettiği yıllarda dışarıdan gelen soğuğu kesmek için kapının girişine rüzgarlık ve üst kata çıkan merdivenlere de camekan yapılmıştır. Bunların projeleri devrin ünlü saray mimarı Vedad Tek tarafından hazırlanmıştır. Abdülhamid’in yatak odasının yan tarafına da şahsi kullanımı için bir banyo yaptırılmıştır.

Valide Sultan Dairesi’nin üst katında yer alan “Sedefli Salon” Valide Sultan’ın misafirlerini ağırlamak için kullanılmış ve sedef kakmalı mobilyalarından ötürü bu ismi almıştır. Daire, Kadınefendiler ve İkballler Dairelerine hakim bir konumda düzenlenerek Valide Sultan’ın mutlak hakimiyeti mimariye yansıtılmıştır. Sarayın tümünde olduğu gibi yerdeki halı Hereke, avizeler ise Bacarrat imzası taşımaktadır. Aynı dairede bulunan ve II. Abdülhamid’in saraya gelişinden önce Valide Sultan’ın yatak odası olarak kullanılan odayı II. Abdülhamid çalışma odası olarak kulllanmış ve Yıldız Sarayı’ndaki masa ve kütüphane dolabı buraya taşınmıştır. Odanın tavanını celi sülüs hatla yazılmış olan Kaside-i Bürde’nin son 6 beyti süslemektedir.

Sarayın en gösterişli bölümleri Hünkar Dairesi’nde yer almaktadır. Sarayın en önemli salonlarından olan ve ismini mavi renkli “stuko” sütunlardan alan “Mavi Salon” dini ve dini olmayan kutlamalarda, Huzur Derslerinde, hatim törenleri ve kandil gecelerinde, müzik ve tiyatro gibi sanat dallarının sergilendiği etkinliklerde kullanılmıştır. Salonun Deniz tarafındaki kitabelerde devletin temelinin adalet üzerine kurulu olduğu, akıllı kişinin haktan adaletten ayrılmaması gerektiği vurgulanırken, kara tarafındaki kitabelerde ise Sultan Abdülaziz’in hükümdar olarak üstün özelliklerinden bahsedilmektedir. Yabancı devlet başkanlarının ağırlanmasında da kullanılan bu salon önemli bir tarihi olaya da tanıklık etmiştir.  Rus Ordusu Başkumandanı Grandük Nikola ile II. Abdülhamid arasında imzalanan Ayastefanos Antlaşmasına ilişkin görüşmeler bu salonda yapılmıştır. Sarayın 24 numaralı odası padişahın yatak odası veya yabancı devlet başkanları ağırlandığı zaman konuğun yatak odası olarak kullanılmıştır. Duvarlar stuko, tavanlar gemi resimleri ile süslüdür. Odadan geçilen hamamın mermerleri Marmara Adası’ndan getirtilmiştir. 1872 yılında hamama modern bir banyo ilavesi yapılmıştır. Hünkar Dairesi yemek odasının tavanında Hattat Abdülfettah Efendi tarafından yazılan kitabeler ve diğer adı somaki olan stukolar dikkat çekmektedir. Hünkar Dairesinin bir diğer görkemli odası duvarlarının çok değerli ahşap malzeme ile kaplı olmasından dolayı “Doğramalı/Lambrili Oda” olarak adlandırılmaktadır. Ahşap kaplamalar Maun, Armut, Kuşgözü ağaçlar üzerine marküteri tekniğinde çiçekli madalyonlarla bezeli panolarla süslenmiştir. Odada bulunan Yıldız mamulü, Halid imzalı vazolar dikkat çekicidir. “Sedefli Salon” olarak adlandırılan Mabeyn bölümünün üst kat sofasında da değerli eserler sergilenmektedir. Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıkışının 25. Yılı kutlamaları çerçevesinde Haliç Tersanesinde üretilen saat, Şam işi konsol, Şamdanlı Sevres Vazo görülmeye değer eserler arasındadır. Bu salonun denize bakan tarafındaki oda ise sarayın tek parkeli odası olması sebebiyle “parkeli oda” olarak anılmaktadır. Padişahın resmi görüşmelerini yaptığı bu odanın bir diğer isimi de “Taht Odası”dır. Bu odanın dışında sarayın tüm zemini Mısır’dan getirtilen Hasır ile döşenmiştir. Odanın Marküteri işçiliği ile yapılmış olan parke ve doğramaları göz alıcıdır. Ahşap işçiliğinin en güzel örneklerinin yansıtıldığı mobilyalarla tefriş edilmiş olan odada Sultan Abdülaziz İngiliz Büyükelçisi William E. Gladston’u kabul etmiştir. Oda özgün mobilyaları ile korunmaktadır. Taht Odası’nın yanında bulanan “Yazılı Oda” odanın duvarlarına nakşedilmiş olan ayet-i kerimeler (İhlas Suresi) sebebiyle bu ismi almıştır. Odanın tavan ve duvarları çeşitli ayet ve surelerden cümlelerle bezenmiştir. Sarayda yabancı devlet konuklarına verilen resmi ziyafetlerin gerçekleştiği oda “Doğramalı Oda “ olarak isimlendirilmiştir. Odanın sedef kakmalı mobilyaları tepeliklerinde Osmanlıca harflerle “Abdülhamid” yazan sedef kakmalı sandalyeleri görülmeye değer eserler arasındadır.

Beylerbeyi Sarayı’nın restorasyon süreci hakkında neler söyleyebilirsiniz? Beylerbeyi Sarayı’nın günümüzdeki koruma ve bakım süreçleri nelerdir?

Milli Saraylara bağlı olan tüm saray köşk ve kasırlarda olduğu gibi Beylerbeyi Sarayı’nda da bina ve obje bazında restorasyon çalışmaları yapılmaktadır. Ancak bu süreçte bizim için en önemli konu restorasyonun eserin aslına uygun olarak yapılmasıdır. Kurumumuz bu konuda çok değerli ve başarılı çalışmalara imza atmıştır. Beylerbeyi Sarayı özelinde ise daha önceki yol ve özellikle köprü yapımı sırasında arazi anlamında yıpranmalar yaşamasına rağmen saray binası ve sarayın içinin tefrişi orijinal aslına uygun olarak korunmuştur. 2024 yılında sarayın bakım gerektiren doğrama, stuko, boya vb. unsurlarına yönelik olarak genel bir restorasyon çalışması başlatılacaktır. Halen süren bir diğer restorasyon çalışmamız da sarayın kurşun kaplı çatısı ile ilgilidir. Bunun dışında sarayın tefrişinde yer alan tarihi objelerin bakım ve restorasyonu süreklilik arzetmekte, bakıma ihtiyacı olan eserler uzman ekipler ve saray görevlilerimizce tespit edilip kurumumuzun restorasyon atölyelerine sevk edilmektedir. Restorasyonu tamamlanan eserler tekrar ait olduğu yere getirilmektedir.

Beylerbeyi Sarayı’nın öne çıkan mimari detayları veya süslemeleri hangileridir? Sarayın içindeki sanat eserleri veya dekoratif öğeler hakkında bilgi verir misiniz?

Yaklaşık 3000 metrekarelik bir alana oturan Beylerbeyi Sarayı, Neo-klasik; Barok ve Rönesans üsluplarının etkilerini taşımaktadır. Dış cephesi Batılı görünüme sahip olan yapı, iç mekanda geleneksel saray yaşamına göre düzenlenmiştir. Sarayın tefrişinde kullanılan mobilyalar genel olarak Fransa’dan getirtilmiş olmakla beraber, tavan ve tavan eteklerinin süslemelerinde Doğulu süsleme unsurları kullanılmıştır.

yüzyıl yapısı olan Beylerbeyi Sarayının dış cephe süslemeleri, Osmanlı mimarlığındaki Batı etkilerini belirgin bir biçimde sergileyen özgün bir örnektir. Ancak Sarayın içerisinde yer alan sütun ve başlıklar İslam Mimarisindeki mukarnaslardan etkilenerek yapılmıştır. Tavan, tavan etekleri ve duvar süslemeleri ve bunların içerisindeki hat yazıları tümüyle Doğu ve İslam etkisi taşımaktadır. Sarayın Mavi Salon başta olmak üzere diğer oda ve salonlarının tavanlarında yer alan ta’lik yazılar devrin önde gelen hattatlarından Abdülfettah Efendi’ye aittir. Sarayın orta ve üst kat tavanlarında, ilk önceleri vahşi hayvan resimleri yer alırken Sultan Abdülaziz’in isteği ile Saray ressamı Mösyö Mason tarafından gemi resimlerine dönüştürülmüştür. Sarayın duvar ve sütunlarında kullanılan stukoları (renkli ve mermer taklidi sıva) Somakici Kirkor ve Mayar tarafından yapılmıştır. Cumhuriyet Döneminde tavan ve kitabelerin onarımı ise Hattat Hamit Aytaç tarafından yapılmıştır.

Ziyaretçilere sunulan etkinlikler veya turlar hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Saray Pazartesi hariç haftanın 6 günü yerli ve yabancı tüm ziyaretçilerimize hizmet vermektedir. Bunun dışında öğrenci grupları da Sarayımızı sıklıkla ziyaret etmektedir. 0-6 yaş ve 65 yaş üstü ücretsiz olarak, öğrenciler de indirimli bilet alarak saray gezisi yapabilmektedirler. Bunların dışında bazı meslek grupları da (öğretmen, asker, polis vb) indirimli biletten faydalanabilmektedir. Ayrıca çeşitli şekillerde üretilmiş kombine biletlerimizle ziyaretçilerimiz daha fazla sayıda saray, köşk, kasır ve müzeyi daha uygun fiyatlarla gezme imkanına sahip olmaktadırlar. Gezilerimiz ücretsiz olarak ziyaretçilerimize sunulan sesli rehberlik ile gerçekleşmektedir. Böylece ziyaretçilerimiz gezilerini kendileri yönetebilmekte ve aynı zamanda standart bir anlatımla gezilerini tamamlayabilmektedirler. 20 Dilde anlatım yapan sesli rehber sisteminde çocuklar için de ayrı bir anlatım bulunmaktadır. Ziyaretçilerimiz Sarayı gezdikten sonra dinlenebilecekleri ve yiyecek içecek ihtiyaçlarını giderecekleri kafeteryamız ve hediyelik eşya mağazamız da bulunmaktadır

Beylerbeyi Sarayı’nın kültürel ve turistik önemi nedir? Beylerbeyi Sarayı’nın ziyaretçilere sağladığı eğitim veya kültürel programlar nelerdir?

Beylerbeyi Sarayı 19. Yüzyıl Osmanlı mimarisinin tüm özelliklerini taşıyan sanatsal, kültürel ve tarihi değeri ile göz dolduran bir saraydır. Boğazın kıyısındaki konumu, İstanbul’un iki yakasını birbirine bağlayan köprü üzerinden seçilmesi gibi özellikleri turistleri de cezbetmekte, her sene daha fazla ziyaretçiyi ağırlamaktadır. Sarayın daha önce güvenlik sebebiyle kapalı olan rıhtımının, geçtiğimiz yıllarda gerekli önlemler alınarak ziyarete açılmasıyla, ihtişamlı saray kapılarından geçerek boğazın esintili havasına vakıf olan ziyaretçilerimize farklı bir deneyim yaşatılması amaçlanmıştır. Beylerbeyi Sarayını 2023 yılında ziyaret eden kişi sayısı 517.000 dir. Milli Saraylarda eğitim etkinlikleri yeni çalışma yaptığımız bir alan. Bu konu ile ilgili “Müzede Eğitim Birimi” oluşturuldu. Çalışmalar daha çok “Beykoz Cam ve Billur Müzesi” ve “Resim Müzesi” gibi müzelerimize yönelik olarak gerçekleştirildi. Saray, köşk ve kasırlarımızda da bu yöndeki çalışmalarımız sürdürülmektedir.

Sarayın içindeki mobilyalar, dekoratif objeler veya antikalar hakkında bilgi alabilir miyiz?

Sarayın içi daha önce de belirttiğim gibi özellikle duvar ve tavanlardaki kalem işleri, hat yazıları ve stukolar konusunda bir hayli zengindir. Devrin ünlü şair, hattat, ressam ve ustaları tarafından yapılmıştır. Bunun dışında saray içindeki tarihi mobilya, halı, avize, ayna, vazo vb. dekorasyon unsurlarının hepsi birbirinden değerli ve dönemin sanat zevkini yansıtan özelliktedir. Başta Sultan Abdülaziz’in at üzerindeki bronz heykeli olmak üzere sarayda birbirinden değerli dekorasyon objeleri bulunmaktadır. Sarayın avizelerinin tamamı Fransız Baccarrat markalıdır. Yerler Mısır’dan getirtilen hasırlarla kaplanmıştır. Hasırların üzerinde bulunan halılar Hereke Fabrikası ürünüdür.

Saraya giriş yaptığımız Medhal Salonda göze çarpan büyük Sevres vazo III. Napolyon’un hediyesidir. Gövdesinin üzeri bitki ve hayvan motifleri ile süslüdür. Ağız kenarının iç kısmındaki damga, vazonun X. Charles (1824-1830) dönemine ait olduğunu göstermektedir. Vezir Odasında buluna ve Kaiser II. Wilhelm tarafından hediye edilen Berlin yapımı vazo görülmeye değer eserlerdendir. Sarayın en etkileyici bölümlerinden olan Havuzlu Salon’a gelince, havuzun 4 kenarında bulunan büyük boy vazolar dikkat çekmektedir. Mavi-beyaz Japon Arita porseleni vazolar koyu mavi renkte kayalar ve ortada büyük bir kuş figürü ile süslenmiştir. Salonda yer alan en önemli eser heykelini yaptıran ilk padişah Sultan Abdülaziz’in at üzerindeki bronz heykelidir. Heykel 1871’de Floransalı sanatçı Fuller tarafından tasarlanmış, dökümü ise 1872’de Münih’te gerçekleştirilmiştir. Sarayın Hünkar Dairesinde bulunan Halatlı Oda’daki mobilyalar ve odanın ayna, konsol ve kornişlerinde de halat motifleri kullanılmıştır. Denizciliğe düşkün olan Sultan Abdülaziz’in 1867 Paris Sergisinde gördüğü bu takımı sipariş ettiği düşünülmektedir. Odanın tasarımı Fransız tasarımcı Fournier tarafından sipariş üzerine hazırlanmıştır. Sarayın Oyun Odası’nda sergilenen Elhamra kaynaklı Mağribi üslubuna sahip masa, Boulle tekniğinde yapılmıştır. Salonda bulunan aynaların altın yaldızla bezeli çerçeveleri ve konsolları da Elhamra kaynaklı Mağribi üslubunun tipik bir örneğidir. Sarayın Yemek Odası’nda Abdülhamid armalı beyaz lake camlı büfeler, ceylan derisi kaplı, tepeliğinde Osmanlıca harflerle sedef kakmalı olarak Abdülhamid yazılı, Tamirhane-i Hümayun yapımı sandalyeler en değerli eserler arasındadır. II. Abdülhamid’in Beylerbeyi Sarayı’nda kaldığı dönemde kullandığı lake karyola ve komodin Rokoko üsluptadır. Oyma süslemeler ve altın varakla bezenmiş karyolanın baş ve ayak tahtasının ortasına oval kartuşlar içerisinde pastel tonda manzaralar resmedilmiştir. Komodinin üzerinde diğerlerinden farklı olarak Somaki taş görülmektedir. Sedefli Salon’da bulunan ve Sultan II. Abdülhamid’in tahta çıkışının 25. Yıldönümünü tebrik için Haliç Tersanesi’nde üretilen saatin üzerinde “İsmet-Dersaadet Mamulatı” imzası vardır. Barok üsluba sahip müzikli saatin ön yüzüne altın bir çiçek dalı ile “Sultanın Duası Af Sebebidir” yazılmıştır. Saatin arka yüzünde atlas üzerine yaldızla işlenmiş olarak saatin kurulması, çaldığı marş ve şarkılar hakkında açıklamalar mevcuttur. Aynı salonda bulunan ve 1905 yılında Şamlı Kardeşler tarafından imal edilen orta masa sedef kakma tekniğinin en iyi örneklerinden olup ahşap oyma, kemik ve fildişi süslemelere sahiptir. Masayı çevreleyen bordür boyunca ta’lik ve kufi hatla “Eserlerimiz bize delalet eder. İnsanlar arasında bu böyle devam edip gitmiştir. Bizi açıkça görmek isterseniz, bizden sonra eserlerimize bakınız” manasına gelen Arapça mısralar yazılmıştır. Masanın altına Şamlı kardeşlerin fotoğrafı işlenmiştir.

Beylerbeyi Sarayı’nın içinde veya çevresinde meydana gelmiş olan ilginç anekdotlar veya hikâyeler var mı?

Sultan II. Abdülhamid Balkan Savaşı çıkınca zorunlu ikamete tabi tutulduğu Selanik’teki “Alatini Köşkü”nden Beylerbeyi Sarayına getirilmişti. Sultan 21 Kasım 1912’de geldiği Beylerbeyi Sarayı’nda 6 sene yaşamış ve 10 Şubat 1918’de burada vefat etmiştir. Beylerbeyi Sarayı’nın Harem tarafındaki Valide Dairesinde annesinin yatak odası olarak kullandığı odaya konum olarak benzeyen bölüme “Annem de burada yatmıştı” diyerek yerleşmiştir. Bu bölüme kendi düzenini kurmuş, yazlık bir saray olarak yapılan Beylerbeyi Sarayı’nda kışın soğuk ve rüzgardan korunmak amacıyla harem girişinin iç tarafına ikinci bir kapı ve yatak odasının hemen yanına müştemilatı ile beraber bir banyo inşa ettirmiştir. Beylerbeyi Sarayı’ndaki günlerini genellikle gazete okuyarak dönemin siyasi olaylarını takip ederek geçiren Sultan II. Abdülhamid’in hayvan sevgisi bilinmektedir. Beylerbeyi Sarayında odanın kapısından içeri koşarak girip padişahın kucağına atlayan kedisi ile papağanı arasında nasıl bir rekabet olduğunu şu sözlerle aktarmıştır “ Daha yeni kolonya ile silmişler. Tabiatı böyledir, ne zaman silseler, temizleseler koşarak bana gelir. Bunu bana Selim Efendi’nin validesi göndermişti. Çok çabuk terbiyeye geldi. Yalnız papağanla bir türlü geçinemiyorlar. Birbirlerini fena halde kıskanıyorlar. Şimdi papağan burada olsaydı, onu dizime alarak sevdiğim için kıyametleri koparırdı. Hemen o da omuzuma çıkardı. Bu dizimde oturmayı sever. O da omuzuma çıkmak ister. Ne yapalım, işte şimdi ben de bunlarla vakit geçiriyorum. Esasen öteden beri hayvanları çok severim.”

Sultan II. Abdülhamid’in papağanıyla ilgili yine Beylerbeyi Sarayı’nda geçen bir başka anı da şu şekilde nakledilmektedir: “Beylerbeyi Sarayı’na gelen Selanikli Diş Tabibi Ahmet Rıfat Bey kalfaların dişlerini tedavi ediyordu. Birdenbire ağır hakimane bir ses işitildi. – Çabuk…. Rıfat Bey bu emir karşısında bozuldu, hatta rengi sarardı. Tedavide acele etmeye başladı. Fakat birkaç dakika sonra emir tekrar etti. – Çabuk… Rıfat Bey daha telaşlı harekete başladı, şimdi de elleri titriyordu. Arkadan bir emir daha. – Çabuk… Rıfat Bey elinden pensi bıraktı. Yanında duran Nuri Ağa’nın kulağına eğilerek: – Ben bu işi yapamam dedi. Nuri Ağa hayretle sordu:- Niçin? – İşitmiyor musunuz? Çabuk, çabuk diye bağırıyorlar. Galiba Hakan Hazretleri olacak…

Nuri Ağa ve kalfalar kahkahayı bastı ve bir türlü arkasına başını çeviremeyen Rıfat Bey’in omuzunu tutup geri döndürerek parmağıyla emir vereni gösterdi. Bu Abdülhamid’in sevgili papağanı idi. Daima onunla beraber bulunduğu için ekseriya Abdülhamid’in kızlara “çabuk” diye emir verdiğini işite işite bu kelimeyi tıpkı onun ağzından çıktığı gibi ağı ve hakimane bir tarzda söylemeyi bellemişti.”

Beylerbeyi Sarayında Sultan Abdülaziz döneminde yaşanan bir hatırayı da Sultan II. Abdülhamid yanındakilere şöyle anlatmıştı: “ Amcam (Sultan Abdülaziz) bütün bir yazı geçirmek için Beylerbeyi Sarayı’na gelmişti. Tam bahçe ve mehtap sefalarının en tatlı zamanında vücudunda bir kaşınma arız oldu. Amcam evvela buna ehemmiyet vermedi. Fakat gün geçtikçe hastalık arttı. Tabii bütün doktorlar ne mümkünse yapıyorlardı. Bu kadar dikkat ve itinaya rağmen bu müziç derde şifa bulamıyorlardı. Artık kaşınmaktan amcamın gözlerine uyku bile haram olmuştu. Malum ya, amcam celalli bir adam, doktorları haşır haşır haşlıyor, öfkesinden yanına varılmıyordu. Bu esnada yakınlarından biri her şeyi göze alarak : – Efendim Marko Bey isminde bir doktor var müsaade buyurursanız bir de onu getirelim demeye cesaret eder. Önce öfkelenip kızan amcam daha sonra ikna olur ve gece yarısı Marko Bey apar topar Saraya getirilir. Sultan Abdülazizi karşısında görünce fenalaşır, dili tutulur suallere cevap veremez olur. Amcam doktorun maruz kaldığı bu dehşeti görünce hemen karşısına oturtur, kahve ikram eder, teselli verir. Doktor muayeneden sonra hastalığın uyuz olduğunu anlar ancak bu kelimeyi söylemeyerek: – Şevketlim hastalığınız adi bir kaşınma illetinden ibarettir, der. Bu kadar büyük doktorların çare bulamadığı bu hastalığa karşı doktorun gösterdiği mühimsemezlik amcamın dikkatini çeker ve büyük bir ümitle: – Bunca hekim derdimize derman bulamadı haydi bakalım bir de sen marifetini göster diye kendini teslim eder. Doktor hemen amcamı alır beraberce hamama giderler. Evvela sıcak sularla yaralarını temizler sonra da getirdiği ilaçları sürer. Ancak sabaha karşı amcamı yatağına yatırır. Amcam birdenbire rahat eder. Tam ertesi günü ikindi vaktine kadar güzel bir uyku çeker. Gözünü açar açmaz doktoru ister ve beyanı memnuniyet eder. Marko Bey 3 gün 3 gece sarayda kalır ve amcamı bu pis hastalıktan kurtarır. Tabii dünyalar amcamın olur. Marko Bey’e: – Sen bayağı iyice bir hekimmişsin de bizim haberimiz yokmuş, bugünden itibaren seni kendimize hekim yaptık, üstelik paşalık verdik der. Birçok nimet ve lütuflarla beraber Kuruçeşme’nin karşısındaki küçük adayı da hediye eder. O günden itibaren sarayda harem dairesinde kim hasta olsa, Amcam:- Var git derdini Marko Paşa’ya anlat dermiş. Zaman geçtikçe bu söz adeta darbımesel (atasözü) haline gelmiş.

Sarayın tarihindeki önemli ziyaretçiler veya misafirler hakkında bilgi verebilir misiniz?

Beylerbeyi Sarayı’nda ağırlanan ilk önemli konuk, Fransa İmparatoriçesi Eugenie’dir. İmparatoriçenin bu gezisi Sultan Abdülaziz’in 1867 Fransa gezisini iade makamında gerçekleşmiştir. Büyük bit törenle karşılanan kraliçe Hünkar Dairesinde 24 numaralı odada kalmış, odanın yanına kraliçe için özel bir banyo yapılmıştır. Fransa imparatoru ile haberleşebilmesi için saraya telgraf sistemi kurulmuştur. Eugenie 42 yıl sonra, Temmuz 1911 de 85 yaşında tekrar İstanbul’a gelmiş ve Beylerbeyi Sarayı’nı yıllar sonra yeniden görmek istemiştir. Sultan Abdülaziz döneminde Beylerbeyi Sarayı’nda ağırlanan diğer yabancı konuklar Avusturya- Macaristan İmparatoru Joseph (1869), Prusya Veliahd Prensi, İtalya Veliahdı, İran Şahı Nasıreddin (1873), Rus İmparatoru’nun kız kardeşi Vürtemberg Kraliçesi Olga (1872), Karadağ Prensi Nikola (1874) olmuştur. II. Abdülhamid döneminde ise Rus Orduları Başkumandanı Grandük Nikola 1877-1878 Osmanlı- Rus Harbi’nin barış koşullarını imzalamak üzere Beylerbeyi Sarayı’nda ağırlanmıştır. 20 Ekim 1898’de Alman İmparatoriçesi de “padişahın en üst düzey protokolle ağırlanacak misafiri” olarak Beylerbeyi Sarayını ziyaret etmiştir. V. Mehmed Reşad döneminde Mimar Vedad Tek Bey’in nezaretinde bir dizi onarımdan geçirilen Beylerbeyi Sarayı’nın bahçesinde Ayan ve Mebusan Meclisi üyelerine ziyafet verilmiştir. Beylerbeyi Sarayı’nda Cumhuriyet döneminde de yabancı devlet konukları misafir edilmiştir. 1934’de Türkiye’ye gelen İran Şahı Pehlevi, Atatürk tarafından Beylerbeyi Sarayı’nda ağırlanmıştır. 1946 yılında Balkan Oyunları Festivali Beylerbeyi Sarayı’nda düzenlenmiştir.

Sarayın gelecekteki planları veya projeleri hakkında neler söyleyebilirsiniz?

2024 yılında Saray’da kapsamlı bir restorasyon çalışması başlatılacaktır. Bu süreci ziyaretçilerimizi etkilemeyecek şekilde yürütmeyi planlıyoruz. Restorasyon planını yaparken sarayın tümünü değil bir bölümünü ziyarete kapatarak ilerleyeceğimiz için sarayın açık olan bölümlerinde gezimiz devam edecek. Ayrıca restorasyon çalışması tamamlanmış olan “Ahır Köşk” ün de müze olarak düzenlenerek ziyarete açılması planlarımız arasındadır. Ahır Köşk ile beraber sarayın 7 set halinde düzenlenen ve her bir seti ayrı bir yabancı mimarın elinden çıkma muhteşem set bahçelerinin ilk ikisinin de ziyarete açılması düşünülmektedir.

 

NOT: Beylerbeyi Sarayı’nın geniş bahçesi, arazisinin konumu gereği setler şeklinde düzenlenmiş, her sette ayrı bir kullanım alanı oluşturulmuştur. Özellikle üst setlerde güvercinler, geyikler, aslanlar, ve kuğular için özel mekanlar oluşturulmuştur. Birbirine merdiven ve rampalarla bağlı, ayrı ayrı bahçeler şeklinde tasarlanmış set bahçeleri düzenlemeleriyle Avrupa etkilerini özellikle de Barok izleri taşımaktadır. Sarayda 50 değişik tür ağaç ve bitki bulunmaktadır. Sarayın bahçesi sadece süs amaçlı kullanılmamış, limonluklarda ve bahçelerde çiçek, meyve ve sebze de yetiştirilmiştir. Beylerbeyi ve Çırağan Saraylarının bahçelerinde yetiştirilen turfanda sebze ve meyveler Mabeyn’e ve saray mutfaklarına verilmiştir.

Beylerbeyi Sarayı’nın bahçelerini bronz döküm ve mermerden yapılmış pek çok heykel süslemektedir. Fransız heykeltıraş Pierre Louis Rouillard imzasını taşıyan bu heykeller Sultan Abdülaziz döneminde (1861-1876) Fransa’dan sipariş edilmiştir. 1864 tarihli bu heykeller 24 adet olarak Beylerbeyi Sarayı için yapılmış, ancak tarihsel dönem içerisinde heykellerin tümü burada kalmamış, çeşitli saray ve köşk bahçeleri ya da İstanbul’un meydanlarını süslemiştir.

 

Röportaj: ALAADDİN ALADAĞ 

Kaynak: Konya Yeni Gün Gazetesi Şehir Sohbetler

 

Konya Bülten

Benzer Haberler