Bir Derdimiz Var

Aslında bugünün konusu kampçılık ekipmanları olacaktı ama uzun zamandır yazmak istediğim şeyi yazacağım. Bazen dertleşmek istersiniz ya, işte var bizim de bir derdimiz. Ortaya karışık bir şeyler yazasım geldi bugün. Yıllar öyle hızlı geçiyor ki hızına yetişemiyorsunuz bazen. Küçük hanımın dediği gibi “Baba ben ne zaman büyüyeceğim?” sorusu, bizim yaşlarımızda “Ya hu ne zaman büyüdü daha dün gibiydi.” Sorusuna evriliyor zamanla. 10’lar 20’ler yavaş yavaş geçerken, 30’lardan sonra sanki ikişer ikişer geçiyor yıllar. Aileler, mahalleler, şehirler, ülkeler ve hatta dünya değişiyor bu hızda. Babanız, dedeniz, büyükleriniz bir bir göçüp giderken bu dünyadan; geride hoş tebessümlü hatıralar, bazen de buruk acılar kalıyor. Bizde zamanı geldiğinde göçüp gideceğiz buralardan. Çocuklarımızın aklında tebessüm ettirecek anılar, kulaklarında “Babam bu konuda şöyle derdi.” diyecekleri nasihatler, “Babam olsa böyle davranırdı.” diyeceği yaşantılar bırakmak en güzel miras olsa gerek.
Hani başta da dedim ya var bir derdimiz; hah işte dertli olmak lazım bu dünyada. Derdi olan adamlar uğraşır bir şeyleri düzeltmeye. Kimi gücüyle, kimi eliyle, kimi diliyle… Mazlumu dert edinmeyen, doğayı dert edinmeyen, hayvanı dert edinmeyen, çocuğu kadını dert edinmeyen insan olabilir mi? Daha nicesini yazabilirim buraya. Bir derdiniz olsun iyi bir insan olabilmek için. Bir derdiniz olsun iyi bir baba olabilmek için. Bir derdiniz olsun iyi bir evlat olabilmek için.
İşte tam da bununla ilgili hiç dikkat ettiniz mi dünya nereye gidiyor diye? Hiç dikkat ettiniz mi sanal dertlerle bizleri asıl dertlerimizden nasıl uzaklaştırdıklarını? Derdi vatan olan kınalı kuzuların şehadetlerini, sosyal medyada attığımız 3-5 cümlelik mesajlarla hatırlayınca vatani görevimizi yapmış mı oluyoruz? Bir kadın öldürüldüğünde ne de şiddetli kınıyoruz değil mi? Savaşlarda ölen çocukları, açlıktan bir deri bir kemik kalmış bebelerin fotoğraflarını paylaşarak taş çatlasın bir günlük üzüntümüzü bile sanal yaşıyoruz değil mi? 1 günlük 1 saatlik dertlerimiz.
Tehlikenin farkında mısınız? Bir düzen kuruluyor ve biz bu düzene ayak uyduruyoruz. ”Sosyal medya” diyerek alay ediyorlar bizimle. İroniye bakar mısınız asosyal toplumlar oluşturmak için “sosyal medya”. Üzüntümüzü, sevincimizi bile onların istediği kadar, onların istediği başlıklarda yaşıyoruz. At sosyal medyaya ne kadar fav aldıysan o kadar haklısın. Kaç üzgün emojin varsa o kadar üzülebilirsin. Sanal dertler veriyorlar hastaglarla, onlarla avunuyorsun.
Son yılların belası kovid te tam da istedikleri şey değil miydi aklımıza ipotek koyanların. Daha kovidin K’si yokken filmlerle, sempozyumlarla gelecek olanı anlattıkları, çözümlerini sundukları, korku imparatorluklarının temellerini attıkları 5-6 sene önceki videolarını gördünüz mü hiç? Bu hastalık en çok ta onların silahı haline dönüşmedi mi? “Korku” silahıyla tehdit etmediler mi bizi? Çocuklarımızı evlere hapsetmedik mi? Ellerine verdiğimiz tabletlerle neyin ve kimin planlarına hizmet ediyoruz? Nasıl bir gelecek için nelere alıştırılıyoruz? Neler artık normalimiz oldu hiç düşündünüz mü? Her gün verdikleri “daha çok korkun” haberleriyle nasıl bir dünya dizayn ediyorlar? Bu ön gösterim nasıl bir filmin habercisi sizce? Yediğimize, içtiğimize kadar karışan bu güçler çocuklarımıza nasıl bir yol çizdi de bizde ekmeklerine yağ sürüyoruz. 40 yıl önce margarini saf, temiz gösterenlerle bugün katkı maddesi çılgınları nedense hep aynı. 40 yıl önce insanlığı doyurmak için “bunlar şart efendim” diyenlerle bugün açlığa kör olanlar nedense hep aynı. Savaşlar nedense hep aynı gücün “barış getireceğiz” söylemleriyle başlıyor. Dünya değişiyor diyenlerin değiştirmek istemedikleri açlık, savaşlar, katliamlar, ölümler ve zulüm gün geçtikçe daha da artıyor ne hikmetse. Hiç düşündünüz mü yapmak istediklerini hep zıttı ile yaparak gözümüzü boyuyorlar. Toklukları için birileri aç kalıyor. Barışları için birileri hep ölüyor. Nasıl bir oyun kurguluyorlar hiç düşündünüz mü? Şimdiden demosunu oynatıyorlar sanki bize. Evlerde hapis hayatı yaşarken istediklerini düşünün, istediklerini görün, istediklerini duyun, istedikleri kadar var olun.
Tehlikenin farkına varmamız lazım artık. Gelecek çocuklarımızın geleceği olacak. Şimdiden onları bilinçlendirmezsek çocuklarımız kimlerin esiri olacak hiç düşündünüz mü? Şeytan şeytanlığını yapacak da biz bakacak mıyız öylece? Kendimize gelelim artık. Muhasebe zamanı geçmeden kendimizle başlayalım. “Yeryüzünde bozgunculuk yapmağa, ekini ve nesli yok etmeye çalışırlar. Allah ise bozgunculuğu sevmez.” buyuruyor Rabbimiz. Gözlerimizi açalım artık. Geç kaldık ne yazık ki, ekini bozdular; geç olmadan nesillerimize sahip çıkalım artık. Yaşadıklarımız bize ders, bu da bizim derdimiz olsun…
Yazar: Ahmet Celalettin Kutlu