Bir Yaşam Biçimi Olarak Merhametsizlik
Merhamet, insanlara mahsus bir duygu olmasa da en çok da insana yakışan duygudur. Dünden bugüne birincil ve ikincil ilişkiler, samimiyet ve zorunluluklar değişmiş gibi duruyor olsa da, merhamet ve samimiyet aslında insanın hemen hemen her yerde koruması gereken bir husustur hâlâ. Zira merhamet diğer insanları ve düşünceleri algılayabilme biçimidir. Merhametsiz insan olmaz mı? Kâğıt üstünde hepimiz insanız elbette. Fakat kim gerçekten insan acaba?
İnsan, özü itibariyle farklı eğilim ve yeteneklere sahip, sürekli değişiklik yapabilen, yaptığı değişikliğe adapte olabilen fakat mevcut durumu da korumak isteyen bir varlıktır. İş hayatında, ev hayatında, arkadaş ortamında pek çok alanda güç ve roller alır –almak ister- ve bu rolleri çerçevesinde yaşamsal faaliyetlerini yürütür. Merhamet istenmeyen bir duygudur aslında. Neden merhamet istenmeyen bir duygudur?
Konumları işgal edip roller üstelenen insanlar, merhameti zayıflık olarak görmeye başlar. Şiiri, estetiği, sanatı ve kültürel faaliyetleri gelişi güzel yaşamanın, hissetmenin ve içselleştirmenin, bu duygularla karar almanın rollere ve statülere zarar verdiği düşüncesi hemen hemen tüm insanların ve düşünce yapılarının içine sirayet etmiş, tabiri caizse sinsi bir hastalık gibi insan zihninde yaşamaya devam etmektedir. Fakat bu hastalık, pandemi gibi değildir. Yıllar alır, yıllarca gelişir ve kaybolması için de yine yıllar gereklidir…
Bu anlatıların üstünde tam da burada tekrar sormak istiyorum. İnsan nedir? Daha doğrusu, insan nasıl olursa, nasıl davranırsa gerçekten insan olmuş olur? Aynanın önündeki fiziki görüntüyü değil, arkasındaki gerçek görüntüyü soruyorum. İnsanı insan yapan duygu ve düşünce biçimi nedir? Bana sorarsanız; düşünebilen, estetik kaygıları olan, kültür ve sanat meraklısı, değerlerini bilen ve araştıran, saygıyı ve bizatihi merhameti gözeten, güler yüzlü ve konuşmasında kimseyi kırmamaya çalışan kişi insandır. Şimdi tekrar soruyorum, yine inatla! Biz ne kadar insanız?
Sözüm ona, rutinlere sıkışmış insancıklar olarak sürekli kötümser ve yıkıcı düşüncelere sahip hayatımızı devam ettiriyoruz. Okumuyoruz, anlatmıyoruz, düşünmüyoruz ya da hayal etmiyoruz. Yakın tarihe sarılıp Selçuklu Devleti’ne, Osmanlı Devleti’ne âşık olup yakın cumhuriyeti eleştiriyoruz. Biz ne olduğumuzu, ne olacağımızı, kültürümüzü ve sanatımızı neden sevemiyor ve içselleştiremiyoruz?
İşte size düşünmek için fırsat. En büyük merhametsizlik bir toplumu, bir bireyi ya da düşünce dünyasını merhametsizce değiştirmek, yıkmak, sebepsiz ve sonuçsuz bırakmaktır. Ocu, bucu diye itham ederek parçalamak, kardeşi kardeşe düşman edebilmek en büyük merhametsizliktir ya hani, üzülerek ifade edeceğim insanın da yapabildiği en iyi şey de tam budur; kargaşa çıkarmak, kargaşayı beslemek ve krizlerle daha çok güçlenmek…