“Hayat Doğru Cevapları Olmayan Bir Sınavdır”

Merhabalar sevgili okurlarım. Uzun zaman olmuş gibi hissettim sanırım birazda öyle oldu. Bugün size içimden ne gelirse daha doğrusu klavyem hangi yöne giderse ona bağlı bir yazı yazmaya çalışacağım. Klavyemin seçtiği kelimeler; Hayat, acımasızlık, duygusuzluk ve daha da yazarken artabilir. Hadi başlayalım… Hayat…Evren… çok garip olduğu kadar çokta duygusuz değil mi? Bizlere bir sürü ders verirken bir sürüde duygu yitirmemize neden oluyor. Duygularımız yok olunca bir bakıyoruz duygusuz, acımasız bireyler olmuşuz. Aslında birazda anlamayan varlıklarız. Daha doğrusu işimize geldiği gibi anlayan…
Biraz düşünelim… Başınıza kötü bir olay geldiğini düşünün kaç kişi ya da kim yanınızda çıkarsız duruyor. Ya da yaşadığımız bir olayı anlatırken kendi başına gelen bir olayı anlatmak yerine sizi dinliyor. Bunlar aslında basit görünen ve yürüdüğünüz yolda yanınıza almanız gereken kişileri de seçmenizde yardımcı oluyor. Benim hep dile getirdiğim bir cümle vardır. “Baktınız dikenlerin içinde yürümek size çok acı veriyor. Dikenleri hayatınızdan koparıp tek yürüyün.” Tek yürümek düşünüldüğü kadar kötü bir şey değildir. Sizi duygularınıza, hayata karşı nasırlaştırır. Ve taşlı, toprak bir yolda yürürken nasırlı ayaklarınız hayatın acımasızlığına rağmen acımaz ve duygularınız ne kadar yara alsa dahi kanaması çok zor olur. Tamam yalnız olmak mutsuzluğun kapısını da aralar… Ama sürekli mutsuz olmaktan daha iyi bir tercihtir. Ben öyle düşünüyorum sizin fikriniz farklı olabilir. Bir düşün hayatta başarılı olmuş insanların o başarıya nasıl ulaştığını, nasıl yürüdüğünü, çoğu insan başarı basamağına tek başına çıkmak zorunda kalmıştır. Önüne bir hedef koymuştur ama o hedefi başarması için yanında ailesi dahil kimse yoktur. O da merdivenleri tek başına çıkarak zirveye ulaşmaya çalışır. Tabi ki bazen yanlış kararlar vererek tek çıkmaya çalıştığımız merdivenlerde bir basamak eksikliği bizi bir anda yere çakabilir. Başladığımız birinci basamaktan daha kötü hale getirir. Ama bize bir şey kazandırır. Hayatın kelime ve nesnelerden ibaret olduğunu ve onlarında aslında boş olup ruhu beslemenin daha önemli olduğunun farkına vardırır. Neden böyle dedim değil mi?
Sizinle bir oyun oynayalım mı? Evet dediğinizi duydum o zaman başlayalım…
Öncelikle etrafınıza bakın neler var daha sonra onların sizinle olduğu zaman dilimini düşünün ve mutfağa gidip bir bardak su alın onu da içmeye başlayın. Suyu içtiğiniz zaman dilimi eşyalarınızın sizinle olduğu zaman dilimi ile nerdeyse aynı olacaktır. Bu durum sizin hayata karşı sabrınızı gösterecektir. Suyu yudum yudum içmek ile hızlı içmek bizim ruhumuzu besleme şeklimizin de göstergesidir. Ruhunu beslemeyen insanlar hayatta acelecidirler ama ruhunu beslemeyi sevip, hayatın ne demek olduğunu anlayanlar içtiği bir yudum suyun saniye saniye tadını çıkarırlar. Aslında ben bu örnekle hayata karşı ne kadar sabırsız insanlar olduğumuzu anlatmak istedim.
Bazen 7 aylık bir bebekten daha sabırsız oluyoruz bu durumda bizi merdivenden aşağı itiyor.
Hayatı anlamak çok zor ve değişiktir. Çünkü bize çok geç öğretir ve bizde erkenden başka insanların yaşadıklarından ders almayız!
Bazı insanlar hayatı 10, bazılarımız 20, bazılarımız 80 yaşında anlar. Bu da hayatın matematiğinde dikenli bahçeye gözünü açan ile çiçekli bahçeye gözünü açan ile farklılık gösterir. Daha önce bir yazımda da dikenli bahçe, çiçekli bahçe demiştim. Dikenli bahçede yaşayan insanlar hayatta erken olgunlaşır ve onları küçük bir darbede yıkmak çok zordur. Çiçekli bahçede ise bu durum tam tersidir. En küçük bir olay bile onları yıkabilir.
Ama çiçekli bahçede doğup, darbelere dayanıklı olan yok mudur? Elbette vardır ama çok az bir durumdur.
Şimdi çok güzel şiir yazanlara ya da çok güzel yazı ve roman yazanlara bir bakın hayatı nasıl öğrenmişler. Hayat bir yerde onları çok acıtmıştır. Ve kelimelerinde o acıyı hissetme ihtimaliniz çok fazladır.
Bir yerde söyle bir söz okumuştum, “Hayat, doğru cevapları olmayan bir sınavdır.” Çok anlamlı değil mi?