Necmettin Erbakan Üniversitesinde Bilimsel Yayıncılık Faaliyetleri Değerlendirildi
İğne Ucu Bir Yüzleşme Yeridir
Edebiyat Sanat Hayat Dergisi’nin kurucusu ve yayın yönetmeni Zeynep Özcan, aynı zamanda illüstratif nakış sanatı üzerine önemli çalışmalar yürütüyor. İllüstratif nakış sanatıyla hayatının zor bir döneminde tanışan Özcan, bu sanatla birlikte yaşamın ve insanların beraberinde getirdiği zorluklardan, kötülüklerden ve acılardan uzaklaşabildiğini fark edince, çalışmalarını derinleştirdi. II. Colorscape Sergisi’nde eserleri sanatseverlerle buluşan, fırsat bulduğu her an iğne ve iplikle çalışan Özcan, “Türümüzün nakşetme ihtiyacıyla ortaya çıkan nakış sanatı, bizleri, hikâyeleri ve tarihi var ediyor. Kayıt altına alıyor,” diyor.
Zeynep Hanım bize hayat hikâyenizden bahsedebilir misiniz?
Elbette… Yazar ve editörüm; nakış sanatı üzerine çalışıyorum. Dergilerde, çeşitli yayın kanallarında uzun yıllardır alanında uzman isimlerle yaptığım röportajlar ve köşe yazılarım yayımlanıyor. Bir süre öğretmenlik yaptım, hâlâ aynı okulda dönem dönem yazarlık üzerine seminer veriyorum. Edebiyat Sanat Hayat Dergisi’nin kurucusu ve yayın yönetmeniyim. Haberlercom’da köşe yazılarım yayımlanıyor. Yazarlık ve nakış sanatı üzerine eğitim veriyorum. İllüstratif nakış sanatı, yani iplikle resim; çalışma alanım…
İllüstratif nakış sanatıyla ilgilenmeye nasıl başladınız? Bu sanatın hayatınızdaki, duygu dünyanızdaki yeri nedir?
İllüstratif nakış sanatıyla hayatımın zor bir döneminde tanıştım. Zorluklardan, acılardan, kaygılardan, kötülüklerden nakışla uzaklaşılabildiğini fark ettim. Yeni bir dünya yaratmak, o dünyada var olabilmek, ihtimalleri mümkün kılabilmek, görünmeyenleri açığa çıkarabilmek etkileyici bir deneyimdi. Fark ettim ki, nakış yaparken insan yalnızca kendini anlamıyor, anlatma ihtiyacını da karşılıyor. 2021 yılında, ülkemizde bu alanın temsilcisi olan Leylâ Aslan Hoca’m vesilesiyle tanıştım, temel nakış teknikleri üzerine eğitim aldım. Böylece başladım. Nakış sanatıyla hemhâl olanlar için kasnak -veya hangi malzemeyi kullanılıyorsa o malzeme-, âdeta terapi odası… Kasnak veya kâğıt, kişinin kendini açtığı alan. Malumunuz, Marcus Aurelius Kendime Düşünceler eserinde “…insanın çekileceği en güzel yer kendi içidir,” der. Tüm bu kötülüklerin, zorlukların ağırlığıyla mücadele ederken elinize iğne ve ipliği aldığınızda, tam da büyük düşünürün söylediği gibi, içinize döndüğünüzü, kendinizle buluştuğunuzu hissedersiniz. Acınızı, kaygınızı, mutluluğunuzu, heyecanınızı, söyleyemediklerinizi, düşünmekten çekindiğiniz düşünceleri kasnağa dökersiniz. İğne ucu bir yüzleşme yerine dönüşür. Orada kendinizi bulur ve var olursunuz. Bu sebeple, ortaya çıkan eserde, çoğunlukla duyguları görürsünüz. Her bir iğne darbesinde dillendirmekten çekinilen sözler, ağırlığıyla ezen hüzün, acı, kaygı ve nice duygu, ipliklere can verir. Aynı zamanda nakış sanatı, kötülüklerle iğne ucunda mücadele ettiğimiz yerdir. Rollo May’in söylediği gibi ortaya çıkan çalışmada, sanatçının kendi ve dünyasıyla olan ilişkisinin yansımalarını görürüz. Hayatı anlama, anlamlandırma çabasıdır bir yanıyla da. Nakış sanatının ruhumdaki yansımasını böyle anlatabilirim belki.
Çalışmalarınız şimdi nasıl ilerliyor?
Şimdilerde kumaşa, çoğunlukla fotoğrafa; arkeolojik nakış, edebiyat ve nakış çalışmaları yapıyorum. Malzemelerim hep yanımda… Tren yolculuklarında, seyahatlerde, vapurda, kafede, beklerken, konuşurken, müzik dinlerken, anın tadını çıkarırken mümkün olan her anda nakış yapıyorum. Arkeolojik nakış çalışmalarımdan Kadeş Barış Antlaşması ve Tragedya Yazarı Euripides Kabartması ile 2021 yılında yaptığım Zamanın Renkleri çalışmalarım 2 ila 8 Kasım tarihleri arasında İstanbul Luna Grande Art Gallery’de, Colorspace Sergisi’nde görülebilir. Nihayete ermiş hâllerini de ilk kez, sizinle yaptığımız röportajda paylaşıyorum. İllüstratif nakış sanatıyla kimi zaman yeni, kimi zaman da var olan eserlerle çalışırken onları dönüştürüyorum. Bir başka duyguda, bir başka zamanda yeniden var oluyorlar. Art Culture News platformunda Sanat Rehberi köşesinde edebiyat ve nakış sanatı üzerine köşe yazıları yazıyorum, ilgiyle takip ettiğim sanatçılar ve eserleri de bu yazılarda yer alıyor. Derin araştırmalar yapıyorum. Ulaştığım çalışmalara hayranlıkla bakmadan edemiyorum. Uzun yıllar önce yapılmış fotoğrafa nakış projeleri, daha eski vakitlerde işlenen kumaşa nakış çalışmalarını büyüleyici buluyorum. Bilinmeyen öyle kıymetli eserler var ki… Herkes görsün istiyorum. Bu ve başka birçok sebeple benzer disiplinden sanatçılarla buluştuğumuz Nakış Kulübünü kurdum.
Kalbinizde yer edinen eserler hangileri? Şu sıralar hangi projeler üzerinde çalışıyorsunuz?
Çalışmaktan mutluluk duyduğum pek çok proje var. Nazan Öncel’in Aslan Eroğlu tarafından resmedilen Kara Plak albüm kapağına yaptığım nakış projesinin kalbimdeki yeri ayrıdır. Haziran 2023’te Zeytinburnu Devlet Tiyatroları Sahnesi’nde Gürkan Oruç yönetiminde oynanan Pişti adlı tiyatro oyunu için muline iplikle kumaşa yaptığım çalışmayı önemsiyorum. Edebiyat ve nakış projesi kapsamında, Edebiyatın Kadınları koleksiyonunun ikincisi olan Virginia Woolf portresini nakşediyorum. Leylâ Hoca’mla birlikte Monet’nin Japonya’da Tokyo Ulusal Batı Sanat Müzesi’nde bulunan ve pek bilinmeyen On the boat eseri üzerine çalışıyorum. Nakış arkadaşlarım iğneyle kuyu kazıyorsun diyorlar, hakikaten öyle. Epey zorlu bir yolculuk… Mart 2025’te İzmir’de İpliğin Senfonisi Sergisi’nde sanatseverlerce izlenebilecek. İğne ve ipliğe dokununca, bir proje, bir projeyle sınırlı kalmıyor. Bütünün parçası oluyor ya da iki farklı disiplini birleştiriyor. Voltaire, bütün sanatların kardeş olduğunu ve her sanatın birbirine ışık tuttuğunu söylüyor. Haklı… Ben de çalışmalarımda pek çok sanattan, en çok da nakış sanatıyla iç içe olan edebiyattan etkileniyorum. Edebiyatta sözcüklerle cümleleri ilmek ilmek işliyor hikâye yaratıyoruz. Nakışta da aynı şekilde fakat bir farkla, iğne ve iplik kullanarak kendimizi hikâyenin içinde buluveriyoruz. Hayat, evren, edebiyat, müzik, arkeoloji, antropoloji ve tarih ilham kaynaklarım. Kazı bilime olan merakım, hayranlığım ve sevgim sebebiyle arkeolojik nakışla ilgilemeye başladım.
Arkeolojik nakış sanatını nasıl tanımlıyorsunuz?
Arkeolojik nakış, kazı bilimiyle ulaşılan buluntulara, eserlere, kazı alanlarına, günümüzde açık hava müzelerine dönüşen şehirlerin fotoğraflarına, gravürlerine kısacası görsel belgeleri üzerine iplikle yapılan çalışmalardır veya kumaşın üzerine yeniden iplikle resmedilmesidir. Arkeolojik nakışta geçmişin derinine ineriz. Tabiri caizse yılların, dönemlerin, çağların katman katman örttüğü topraktan çıkarılan buluntunun hikâyesine, iğne ve iplikle yapılan bir kazıdır. Arkeolojik nakışta olası hikâyeler görünmeye başlar, belki var olanlar yüzeye çıkar, belki imkânsızlar mümkün kılınır. Geçmiş, iğne ucunda yeniden var olur… Gördüklerini keskisiyle mağara duvarına nakşeden insanı anlamaya çalışırız. Yüzyıllar, binyıllar önce onu harekete geçiren duygu, bugün bizi harekete geçirir ve farklı çağların insanları olmamıza rağmen aynı duyguda buluşuruz.
Geçmiş dönemlerden ilham alarak yaptığınız eserlerde, tarihsel bağlamı nasıl kuruyorsunuz?
Bazen araştırıyorum bazen bakmak, görmek, hissetmek yeterli oluyor… Bahsettiğim “Tragedya Yazarı Euripides Kabartması”nın yer aldığı fotoğrafın bir bölümüne yaptığım nakış için oturup uzun uzun araştırma yaptım. Makaleler okudum. Bulunduğu yere baktım. Canlı renkleri elime aldım. Bu aşamadan sonra tamamen ruhunu hissederek iğne ve iplikle çalıştım. Ortaya gördüğünüz çalışma çıktı.
Bir nakış projesine başlarken süreç nasıl ilerliyor? Tasarım aşamasından itibaren hangi adımları izliyorsunuz?
Türümüzün nakşetme ihtiyacıyla ortaya çıkan nakış, bizleri, hikâyeleri, tarihi var ediyor. Kayıt altına alıyor. Ben de kumaşa, kâğıda, fotoğrafa, albüm kapağına, kartpostala, yaprağa, pek çok materyale iğne ve iplik kullanarak resim yapıyorum. Kumaşla çalıştığımda bazen bir manzara bazen portre üzerinde çalışıyorum. Bazen de eserleri ruhuma dokunan bir ressamın resmini yeniden yorumluyorum veya kendim çiziyor, işliyorum. Fotoğraf, kartpostal projelerinde de çoğunlukla elime iğne ipliği alıp kendimi hikâyenin büyüsüne bırakıyorum. Teknik açıdan süreç şöyle ilerliyor: Önce hangi alanda çalışacağınızı bilmeniz gerek. Kumaşa mı, kâğıda mı, hangi materyali tercih ederseniz artık… Diyelim ki kumaşa çalışacaksınız. Kumaşı istediğiniz boyutta kesip üzerine çalışacağınız resmi veya figürü çizebilirsiniz, şablon kullanabilirsiniz. Kasnağa yerleştirmeniz gerek. Ardından çalışacağınız iplerin rengini belirleyip uygun teknikleri kullanarak işinizi tamamlarsınız. Projenin büyüklüğüne ve detayına göre değişebilir ancak tüm vaktinizi verseniz de bitirmek için en kolay çalışmada bile en az birkaç güne ihtiyacınız olur.
Çalışmalarınızda hangi tarihsel dönemlerden ya da kültürel öğelerden ilham alıyorsunuz?
Paleolitik ve Neolitik Çağ başlı başına ilham kaynağım… Göbeklitepe’de, Karahantepe’de Neolitik Çağı’n izinde yürümek, anlamaya çalışmak, aynı göğün altında farklı dönemlerde yaşamamız, ilkel olmadıklarına inanılan o çağın insanlarının ellerinde can bulan eserler beni çok etkiliyor. Antik Yunan, Bizans Dönemi de çok etkileyici. İstanbul’da surların yakınında yaşıyorum. Bir sur kapısından girip âdeta açık hava müzesi denilebilecek sokaklarda adım atmak, yüzyıllar öncesinde yapıldığı hâlde sapasağlam duran nice buluntuyu görüp de bir şeyler hissetmemek mümkün değil. Tabii bir de yaşadığımız dönem var. Öyle bir çağdayız ki… Hakkında pek çok şey söylenebilir. Bu çağa ben “çözümsüzlük, tanıklık ve kaygı çağı” diyorum. Sanatçıların eserlerinde çağlarının aynasından yansıyanları da görürüz. Art Culture News’teki köşe yazılarıma başlarken “Bu çağın sanatçıları neyi resmeder, haydi birlikte bulalım” demiştim. Buldum mu, bulamadım mı emin değilim. Çağdaşlarımızın çalışmaları belki de çözümsüzlük, tanıklık, kaygı kavramlarıyla incelenebilir. Her ne kadar umutla bakmayı seçsem de çalışmalarımdan yola çıkarak söylüyorum tabii…
Arkeolojik buluntulardan ilham aldığınız çalışmalarınızda, bir eserin orijinalliğini nasıl koruyorsunuz?
Açıkçası eserde gördüklerim ve görmediklerimle ilgileniyorum. O eserde sanatçının belki düşündüğü belki düşünmediği belki bilerek yansıtmadığı hikâyeyle alakadarım sanırım. İstanbul Arkeoloji Müzelerinde bulunan “Tragedya Yazarı Euripides Kabartması”nı hep çok sevmişimdir. Birkaç ay önce seyrederken fotoğrafını çektim. Hemen çektiğim fotoğraflardan birini bastırdım. Zihnimde örülen hikâyeyi işleyecektim. Ardından makaleler okudum. Sonra elime iğne ve ipliği alıp kendimi projenin büyüsüne bıraktım. MÖ 1. yüzyıl- MS 1. yüzyılda yapıldığı düşünülen kabartma, derinlerde sakladığı ihtimallerden biriyle yıllar sonra yeniden var oldu. Yine “İstanbul Arkeoloji Müzelerinde Dört Mevsim” çalışmasında da benzer bir durum söz konusuydu. Küçük yaşlarımdan beri Tarihi Yarımada’yı ve müzeyi defalarca ziyaret etmişimdir. Dört Mevsim projesine müzedeki kartpostalları gördüğümde karar verdim. Projenin ilk çalışması bittiğinde, 3 Ekim’de tekrar ziyaret ettim. Henüz tüm ağaçlar sararmamıştı ama yapraklar yerlere dökülmüş, projedeki hâline benzemişti. Sanırım o hikâyeler, eserin içinde saklı olduğu için ortaya çıktığında, eserin orijinalliğini kaybettirmiyor.
İllüstratif nakış ile geleneksel nakış arasında nasıl bir fark görüyorsunuz? İki teknik arasında hangi noktalarda benzerlikler var?
Geleneksel nakış, tarihimizin önemli bir parçası. Geleneğe dayanan yani toplumumuzda eskiden beri var olan, geçmişten günümüze uzanan kültürel tekniklerle ortaya konuyor. Pek çok türü var. İllüstratif nakış sanatı ise geçmişle, anla ve gelecekle iç içe… Geçmişe bağlı fakat geleceğe uzanan bir sanat… Aralarında teknik farklılar var. Daha önce de söylediğim gibi illüstratif nakış sanatının ülkemizdeki temsilcisi Leylâ Aslan. İllüstratif nakış yani iplikle resim için kuralsız fakat kendi içinde kurallı oluşu diyebiliriz. Bu benim yorumum… Geleneksel nakış sanatında genellikle şablonunuz bellidir. Malzemeniz bellidir. Çalışacağınız teknikler bellidir. Hatta belki ön çalışma yapmışsınızdır. Küçük farklılıklar olsa da standardizasyonun genel olarak sağlanabildiği çalışmalardır. Çok da kıymetlidir. Ancak illüstratif nakış sanatında durum farklıdır. İplikle yolculuk yapabileceğiniz sınırsız bir dünyanız vardır. Bu dünyanın ucu bucağı yoktur. Geçmişe gidebilir, anda kalabilir, geleceğe ulaşabilirsiniz. Dilediğiniz iplikle çalışabilir, farklı materyalleri dahil edebilirsiniz. Geleneklerimiz benim için çok kıymetlidir. Korunması gerektiğine inanıyorum. Bir yandan da geleneksel tekniklere yönelik araştırmalar yapıyorum. Üzerine ekleyerek ilerlemenin çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Doğaya bakarak, örnek alarak, biraz daha rahatça çalışabilmeyi sevdiğimden illüstratif nakış sanatını benimsiyorum. İki sanat arasındaki farkı, sanırım en iyi şu örnek açıklayacak… Leylâ Hoca’mla ilk tanıştığımızda bir yaprak deseni işliyorduk. Azıcık kaydırdım diye hemen sökmek istedim. Hocam müdahale etti. “Dur,” dedi, “bak doğaya, yaprakların hepsi bir mi, değil. O zaman bizim de tüm yaprakları aynı şekilde yapmamıza gerek yok.” Ben de o günden beri nakış eğitimi verdiğim öğrencilerime aynı şeyi söylüyorum, bazen de şakayla takılıyorum. Hata yaptığınızda çok dert etmeyin, yanına bir ilmek daha atarız olur biter diyorum.
Nakış işlerinizde hangi malzemeleri tercih ediyorsunuz ve malzeme seçimleriniz eserin karakterini nasıl etkiliyor?
Nakış çalışmaları pek çok teknik ve malzemeyle yapılabilir. Kumaşla çalışıyorsam, projeye göre kumaşımı seçiyorum. Sıklıkla ketenin türleri oluyor. İsviçre keteni sevdiğimiz bir kumaş türü. Fotoğraf kâğıdı, el yapımı kâğıt, fabrikasyon kâğıt temel malzemelerim. Bazen muline, bazen ipek iplik kullanıyorum. Keskin bir makasa, delgece, iğneye, iplik takıcıya ve sökücüye ihtiyaç duyuyorum. Elbette kullanılan malzemenin kaliteli oluşu, amacına uygun seçilmesi çalışmaları olumlu yönde etkiliyor. İpek iğnesiyle çalışmakla, dikiş iğnesiyle çalışmak arasındaki farkı anlamak hiç de zor değil. Temel konulara dikkat etmek gerekiyor. Mesela kâğıda nakış yaparken ince iğne kullanacaksanız ince delikler açmanız gerekiyor.
Eserlerinizde geçmiş ve modern arasında bir denge kurmaya çalışıyor musunuz? Bu dengeyi nasıl sağlıyorsunuz?
Denge kurmaya çalışmıyorum. Aksine geçmiş ve günümüz, geçmiş ve gelecek birleşmek istiyorsa, iğne ucunda can buluyorlar. Nakış sanatında her şey mümkün.
Eserlerinizde duygusal ya da anlatısal bir mesaj vermeyi amaçlıyor musunuz? İzleyicilere nasıl bir deneyim sunmak istersiniz?
Bir mesaj vermeyi amaçlamıyorum. Edebiyatın Kadınları projemin ilk çalışması “Lady Rushout”ta, Rushout’un gövdesinde var olan çiçeklerin, parmak uçlarından toprağa ve ağaca yayıldığını hayal ettim mesela… İğne ve iplikle çalışmaya başlayınca tam da hayal ettiğim gibi oldu. Bu benim amacım değil, hayalimdi. Çalışırken ortaya bambaşka bir şey de çıkabilirdi. Herkes kendi gözünden, zihninden bakarken dilediği gibi hayal kursun isterim. Sanatın güzelliği de burada. Tek bir gerçek yok. Hatta belki de gerçek diye bir şey yok… Yaptığım çalışmaların düşünülmesi, karşılık bulması, uzun bir röportaj yapılacak kadar merak edilmesi beni çok mutlu ediyor.
Gelecekte gerçekleştirmeyi planladığınız projelerden biraz bahsedebilir misiniz?
Ah, öyle çok ki, nereden başlasam… Uzun zamandır gerçekleşmeyi bekleyen, fotoğraf sanatçısı sevgili arkadaşım Yeşim Mutlu’nun ürettiği yapay zekâ fotoğraflarına nakış projem gerçekleşmeyi bekliyor. Sanal bir sergide yer alacak… Fırsat bulduğum ilk anda NASA’ya ait gezegen ve yıldız fotoğrafları üzerinde çalışacağım. Göbeklitepe, Karahantepe, Sayburç gibi Taş Tepeler’e dahil olan eski yaşam alanlarındaki eserlerin yer aldığı fotoğrafa arkeolojik nakış projem var, bir kısmı yine 2025 yılında İpliğin Senfonisi Sergisi’nde görülebilecek. Bir de Efes-Celsus Kütüphanesi… Yakın zamanda kaybettiğimiz kıymetli hocamız Mario Levi’nin eşsiz anısına saygıyla işlediğim, kitap kapaklarına nakış projemi de en yakın zamanda tamamlamayı umuyorum… Monet’in nilüferlerini de işlemek istiyorum. Hâlihazırda devam eden, İstanbul Sinema Müzesinin tavanında yer alan dört element fresklerinin ikinci çalışması ateş elementi bitmek üzere. İstanbul Arkeoloji Müzelerinde Dört Mevsim projem kış mevsimiyle devam edecek. Mevsim döngüleriyle bir senede tamamlanacak… Gradiva romanında geçen kabartma üzerinde de çalışıyorum, birkaç haftaya tamamlayabileceğimi umuyorum. Tiyatroya yönelik çalışmalarım var. Proje çok fakat zamanım pek yok. Bu arada yakında arkeolojik nakış üzerine eğitim vereceğim. Arkeologlar ve restoratörler nezaket gösteriyor, çalışmalarıma ilgiyle yaklaşıyorlar. Restoratör İsmail Kaya’nın organizasyonuyla, yakın zamanda arkeolojik nakış eğitimi duyurulacak. Arkeologların, restoratörlerin, öğrencilerin ve alana ilgi duyan sanatseverlerin katılımına açık olacak.
İllüstratif ve arkeolojik nakış sanatının geleceğini nasıl görüyorsunuz? Bu alanda ilerlemek isteyen sanatçılara ne gibi tavsiyelerde bulunursunuz?
İllüstratif nakış sanatçıları gün geçtikçe çoğalıyor, bu alanda çalışan çok kıymetli sanatçılar var. Eminim ki arkeolojik nakış hususunda da kısa sürede pek çok çalışma yapılacaktır. Nakış, insana başka bir dünyanın mümkün olabileceğini göstermenin yolu. Eğer fotoğraf üzerinde çalışıyorsanız o eserde gördüklerinizden çok, görmediklerinize odaklanıyorsunuz. Pek çok hikâyeyle çevreleniyor. İmkânsızı mümkün kılıyorsunuz. Bilim ve sanat birbirini besliyor. Zihnin sınırlarını okuyarak, izleyerek genişletmek, sanatın pek çok dalından faydalanmak önemli. Arkeolojik nakış yapmak isteyen sanatçıların, kazı alanlarına gitmelerini veya buluntuların sergilendiği müzelerde eserleri yakından izlemelerini, incelemelerini, anlamalarını, ruhunu hissetmeye çalışmalarını öneririm. Temel nakış eğitimi aldıktan sonra sıkça pratik yapmak da iyi bir fikir… Gerçi nakış sanatı ruhunuza dokunursa, pratik yapmaya ihtiyacınız kalmıyor, özellikle yorucu ve zorlu anlarda elinizde iğne ve ipliği buluveriyorsunuz.
Çalışmalarınızda kullandığınız semboller ya da motiflerin anlamları üzerine düşündüğünüzde, izleyicilerin bu unsurları nasıl yorumlamasını umuyorsunuz?
Herkesin kendi iç dünyasına göre yorumlamasını isterim. Luna Grande Art Gallery’de sergilenecek “Tragedya Yazarı Euripides Kabartması”nda, protofeminist olduğu düşünülen Euripides’le karşısında bulunan kadının mask alışverişlerinde görünmeyen ama oracıkta ortaya çıkarılmayı bekleyen hikâyeye odaklandım. Kadeş Barış Antlaşması’ndan geriye, biri büyük diğeri epey küçük iki parça kalmış malum. Kayıp kısımları renkli ipliklerle ördüm. Adını Barışı Renklerle Örmek koydum. Her çalışmanın arkasında bunun gibi pek çok hikâye var. Ancak izleyiciler diledikleri gibi yorumlayabilirler. Benim göremediklerimi fark edebiliyorlar. Yaptığım çalışmaları başka açılardan değerlendirip ufkumu genişletiyorlar. Benim için çok besleyici ve keyifli anlar oluyor.
Röportaj: ALAADDİN ALADAĞ
Kaynak: Konya Yeni Gün Gazetesi Şehir Sohbetleri