Konya Şehir Tiyatrosu “Yoldan Çıkan Oyun” Adlı Oyunu Sahneledi
İslam Medeniyetinin 15 Asırlık Seyrini Anlatan İstanbul Mushafı, Necmettin Erbakan Üniversitesinde Konuşuldu
Programda İstanbul Mushafı’na İslam medeniyetinin estetik birikimini ortaya koyan Hattat Hüseyin Kutlu’ya fahri doktora unvanı takdim edildi ve NEÜ Köyceğiz Yerleşkesi Güzel Sanatlar ve Mimarlık Fakültesinde bulunan konferans salonuna Hattat Hüseyin Kutlu’nun ismi verildi.
NEÜ Köyceğiz Yerleşkesi Güzel Sanatlar ve Mimarlık Fakültesi Hattat Hüseyin Kutlu Konferans Salonu’nun açılış kurdelesinin kesilmesiyle başlayan programa Konya Valisi Vahdettin Özkan, İlim Yayma Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Necmeddin Bilal Erdoğan, Konya Cumhuriyet Başsavcısı Halil İnal, Konya Büyükşehir Belediye Başkan Vekili Mustafa Uzbaş, Necmettin Erbakan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cem Zorlu, Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Metin Aksoy, Konya Yargıtay Üyesi Mehmet Arı, İl Emniyet Müdürü Mahmut Karabulut, AK Parti İl Başkan Vekili Fahrettin Kulu, Necmettin Erbakan Üniversitesi Rektör Yardımcıları Prof. Dr. Mehmet Birekul ve Prof. Dr. Bahadır Feyzioğlu, KTO Karatay Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Çelik, Konya Teknik Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hüseyin Deveci, Necmettin Erbakan Üniversitesi Geliştirme Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Zekeriya Avcı ile çok sayıda akademisyen ve öğrenci katıldı.
Program İstanbul Mushafı tanıtım filmi ve Hattat Berrak Özdoğan’ın “İslam Medeniyetinde Mushaf Geleneği, İstanbul Mushafı” konulu sunumu ile devam etti.
Rektör Prof. Dr. Cem Zorlu’dan Hattat Hüseyin Kutlu’ya Teşekkür
Günün anlam ve önemi ile ilgili selamlama konuşması gerçekleştiren Necmettin Erbakan Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cem Zorlu, “Şehirler coğrafi olarak yerleştikleri konumların avantajlarını kullanırken, aynı zamanda yetiştirdikleri alim ve sanatkarlarla meşhur ve maarif olurlar. Bu noktada da Hüseyin Kutlu Hocam, her ne kadar hayatının büyük bir bölümünü İstanbul’da geçirmiş olsa da Konyalı. Bu açıdan baktığımızda kendisi Konya’nın medarı iftiharıdır. Konya’nın bundan sonraki tarihinde bir şeref levhası olarak ve şöhretine şöhret katan bir sanatkar ve ulemadan biri olarak tarihe geçecektir. Fahri doktora unvanları farklı vesilelerle verilir. Bir kısım fahri doktora alan kişiler, üniversitenin unvanından, tanıtımından, şöhretinden, kalitesinden istifade eder. Bazı fahri doktora unvanı alan kişiler de üniversitelere katkı sağlarlar, şeref verirler, üniversite şerefyap olur. Hüseyin Kutlu Hocamın bizden fahri doktora unvanı kabul etmesinden dolayı kendisine müteşekkirim. Şerefyap olduk. Rabbim ömrünü bereketli, ziyade kılsın. Ömrünün geri kalanında da İstanbul Mushafı gibi elle tutulur, gözle görülür, tarihe mal olacak eserler üretmeyi nasip eylesin. Ömrünün son dönemine kadar da yazmayı nasip eylesin” dedi.
Hattatlığa, Hattatlık Sanatı Ölmesin Diye Başladım
Hattatlığa başlama serüvenini ve İstanbul Mushafı eserini hayata geçirme hikayesini anlatan Hattat Hüseyin Kutlu, “19 yaşıma kadar Konya’da yaşadım. Hamurum bu topraklarda yoğuruldu. Hocalarımız, büyüklerimiz hamdolsun bizi idealist yetiştirdi. Yani kendin için değil, kutsi değerlerin için yaşayacaksın dediler. 19 yaşımdan sonra bugüne kadar 56 yıl İstanbul’da, gurbette bu düstur üzerine yaşamaya çalıştım. İmam Hatip okulunda Arapça ve Farsça derslerinde Kur’an harfleri ile yazıp, okuyorduk. Benim yazımı herkes beğeniyordu. Hocalarım Arapça defterimi öğretmenler odasına götürüp örnek diye gösteriyorlardı. Yazıyı seviyordum ama hiçbir zaman hattat olma hevesim ve idealim olmamıştı. O yıllarda Hattat Hamid Aytaç’ın adını da duyuyordum. Bir taraftan da Hattat Kamid Aytaç, bu sanatın son temsilcisi, o gidince bu iş biter gibi sözler duyuyordum. Biz İmam Hatip Okulundan 5 arkadaş tahsilimizi farklı branşlarda devam ettirmeye karar vermiştik. Ben felsefeyi seçtim. Çünkü bu sahada bizim gibi inanan, köküne bağlı fazla insan yoktu. Mademki Cenabı Hak bana yazı yazmada fıtri bir kabiliyet vermiş, Hattat Hamid Aytaç ile bu sanat ölmemeli, bayrak yere düşmemeli diye tahsilimi İstanbul’da yapmaya karar verdim. İstanbul’u tercih etmemde ki en önemli sebeplerden biri buydu. 1968 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne kaydımı yaptırdım ve aynı yıl merhum Hattat Hamid Hocamıza giderek yazı meşkine başladım” şeklinde konuştu.
Okul, Vaizlik ve Hattatlık
Okul hayatına devam edebilmek için aynı senelerde vaizlik de yaptığını söyleyen Kutlu, “O dönemlerde aslında vaizlikten pek bir şey ummuyordum. Çünkü camide bir hizmetin olduğuna inanmıyordum. Camiye gelen insanların yolunu doğrultup geldiğini ve onlara verilecek bir şeyin olmadığını düşünüyordum. Bir taraftan vaizlik görevine devam ediyordum, bir taraftan okuluma gidiyordum, bir taraftan da hat ile uğraşıyorum. 2. senemde manevi buhran yaşamaya başladım. İç dünyamda inkar fırtınaları esiyordu. Böyle tam bir yıl geçirdim. Ucuz, beleş bir ateist kafir de olmak istemiyordum. Olacaksam doğru dürüst, delilli ispatlı ateist olayım diyordum. 1 yıl boyunca o inkarcılığın bütün çıkmaz sokaklarını yokladım, delil aradım, ama bulamadım. 1 yılın sonunda Cenabı Hakkın kapısında secde yapıp tekrar iman ettim elhamdülillah” dedi.
İstanbul Mushafı’nı 40 Yıl Gönlümde Demledim
İstanbu Mushafı’nın tohumlarının atıldığı Hekimoğlu Ali Paşa Camii’nden de bahseden Kutlu, “Bir Cuma günü dolu bir camide vaaz ederken camiyi birden bomboş, hiçbir fonksiyonu olmayan bir binadan ibaret gördüm. Ve o an gönlüme bir cami sevdası düştü. Vaizliği imamlığa çevirdim. Bu cami sevdası bana camiyi yeniden tarif etmemiz gerektiğini hissettirdi. Öyle bir cami ki hayatın her noktasına hitap eden, fonksiyonel, insanlara Allah’ın hidayet nurunu kalplerine nakşeden bir feyiz kaynağı. İslam medeniyet hüviyeti taşıyan, sadece ibadetlere tahsis edilmiş değil, insanın doğum öncesinden, doğumundan, hayatından ve ölümünden sonrasına kadar bir ufku içine alan, anlayışı temsil eden bir cami. Mezuniyet öncesi 3 sene Sokullu Mehmet Paşa Camii’nde, mezuniyet ve askerlik sonrasında da 24 sene Hekimoğlu Ali Paşa Camii’nde ki orası harap bir haldeydi. Bilerek orayı seçtim. 24 sene boyunca İslam Medeniyetinin temsil edildiği bir cami, imam, müezzin ve cemaat modeli inşa etmeye çalıştım. İstanbul Mushafı’nın, hattatı ile müzehhip ile orada tohumları atıldı. İstanbul Mushafı’nı yazan hattat ve müzehhip heyeti orada yetişti. 2000 yılında caminin o harap bahçesi, gül ve lale bahçesi oldu. 33 farklı lale yetiştiriliyor. 1976’da göre başladığımda o caminin avlusu anarşistlerin çatışma alanıydı. Ayrıca Kurban Bayramı’nda kurban satışlarının yapıldığı bir sahaydı. Sonra lale sergisi yapıldı. Ertesi sene gül sergisi için hazırlıklar yapıldı. 63 ayrı koku, doku, renkte gül yetiştirdik. Peygamber Efendimizin her bir yaşına bir gül. Fakat yapacağımız Peygamber Efendimizi anlatan sanat sergisine İstanbul Müftülüğü mani oldu. 28 Şubat sonrası dönemi konuşuyorum. Cami avlusunda böyle şeyler yapılamaz diye resmi yazı yazdılar ve arkasından da beni sürgüne gönderdiler. Pes etmedim ve idari mahkemeye verdim. Hakkımı savundum ve geri geldim. 3 ay daha çalıştıktan sonra kendi isteğimle 2002 yılında emekli oldum. Ondan sonra bir Mushaf-ı Şerif yazmak nasip oldu. Daha sonra da benim 40 yıldır gönlümde demlediğim bu İstanbul Mushafı’nı Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan Beyefendi’ye arz ettim. Kendileri ne lazımsa yapın dedi. İşte bu eser böyle meydana geldi” ifadelerini kullandı.
İstanbul Mushafı’nda 2 Mesaj Var
İstanbul Mushafı eserinin meydana getirilmesindeki amacın 2 mesajı vermek olduğunu aktaran Kutlu şu şekilde konuştu: “Bu kadar emek iki mesajı vermek için. Bu iki mesaj için bu kadar emek değer mi inanın 10 katı 100 katı da olsa bu emeğe değerdi. Mesajlardan birisi bu ümmete artık kendi köküne dön, kendini tanı, medeniyetinden haberdar ol. Sen inandığın dinin ana kaynağı Kur’an-ı Kerim etrafında nasıl bir medeniyet örgüsü var hiç düşündün mü ey Müslüman. Hala batının hayranlığı içerisinde kendine yazık ediyorsun. Bak ben sana yap bozlar gibi dünyanın her tarafına dağılmış o Mushaf medeniyetinin bir küçük numunesini tadımlık 10 ciltte bir araya getirdim. Kimsenin tıpkı yap bozlar gibi her yere dağılmış muazzam medeniyet tablosunu görme ihtimali yok. Dağılmışız. Her şeyimizi mahvetmiş, yok etmişiz. İnanın ümmet olarak üzerimizden tsunami geçmiş. Biz şuanda kaybettiklerimizin ne olduğunun bile farkında değiliz. Lütfen farkında varalım. İstanbul Mushafı bunu anlatmak istiyor. İkinci mesaj ise 300 senedir bu millete tepeden bakan şımarık batıya. Hadi şimdiye kadar yazdığınız, bezediğiniz, bastığınız İncillerinizi, Tevratlarınızı getirin. Bu eser muhteşem Muhteşem Süleyman devrinde yapılmadı. Sizin haşerat gibi bomba atıp öldürdüğünüz, kültürünü yok ettiğiniz, bütün değerlerini alt üst ettiğiniz ümmetin içerisinden yeşeriyor. Bunun farkına varın demek istiyor. Bu sesimin duyulması istiyorum ben. Bu eser bana ait bir eser değil. Cenab-ı Hak lütfetmeseydi bu şartlarda yapılabilecek bir eser değildi. Cenab-ı Hak saf ve iyi niyetimize lütufta bulundu. Onun için bu eser hepimizin. Lütfen bu vesile ile kendi kökümüzden, değerlerimizden, zenginliğimizden haberdar olalım. Bugün Gazze’de bu kadar Müslüman katledilirken 2 milyar Müslüman bir şey yapamıyor. Sebebi ise kimliğimizin olmaması. Biz kimiz. Bakın dünya üzerinde bugün bir tane bile Müslüman şehir modeli yok. Gösteremezsiniz. Mekke ve Medine buna dahil. Bu ayıp nasıl temizlenecek. Nasıl uyur ve rahat ederiz. Bu kimliği tekrar kazanabilmemiz için ben bu aciz halimle İstanbul Mushafı’nı bir kıvılcım misali ortaya çıkarmaya çalıştım. Lütfen sahip çıkın. Bu ateşi, ışığı çoğaltın.”