“Mevlana ve Sadreddin Koneviler İle Anadolu’da Tutunduk”
Necmettin Erbakan Üniversitesi Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Uygulama ve Araştırma Merkezi ile Konya Vakıflar Bölge Müdürlüğü iş birliğinde düzenlenen Sadreddin Konevi Konferansları’nda bu ay ‘Sadreddin Konevi’nin Hadisciliği’ konusu işlendi. Sahip Ata Vakıf Müzesi’nde gerçekleştirilen konferans serisinin bu ayki konuğu Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Muhittin Uysal oldu.
Sadreddin Konevi’nin ailesinden ve hayatından bahsederek konuşmasına başlayan Prof. Dr. Uysal, Konevi’nin 1209-1274 yılları arasında Anadolu Selçukluları döneminde 65 yıl ömür sürmüş bir sûfî âlim olduğunu ifade etti.
Sadreddin Konevi’nin gerçek isminin Sadreddin Muhammed olduğunu aktaran Prof. Dr. Uysal, “Baba Mecdüddin İshak kaynaklarda ‘Sultanların hocası, devrindeki âlimlerin göz bebeği’ diye nitelendiriliyor. Bağdat’taki Abbasi Halifesi ile Anadolu Selçuklu hükümdarları arasında elçilik görevi var. Aynı zamanda ilim kültür anlaşmalarının koordinasyonundan görevli bir yüksek bürokrat. Görevi gereği devrin hem devlet adamları hem de âlimleri ile sürekli teması olan bir şahsiyet. Nitekim Anadolu’da fütüvvet ve âhilik teşkilatlarının kurulup yayılmasında çok büyük hizmetleri olmuş. Anne Güher Hatun da sarayda yetişmiş eğitimli bir hanım. Bu bilgiler bizi, Sadreddin Konevî’nin varlıklı, imkânları geniş, yüksek eğitimli, deyim yerindeyse, dönemin şartlarına göre ‘aristokrat’ diye nitelendirebileceğimiz bir ailenin çocuğu olarak yetişip büyüdüğü sonucuna götürüyor” ifadelerini kullandı.
“Sadreddin Konevi, İlimde Tam Bir Hikmet Avcısıdır”
Konevi’nin bilimsel kayıtlarda ‘bir hadis râvisi’ diye nitelendirilebilecek şekilde, sözlü ve yazılı olarak hadis rivayet ettiğini, hadis icâzetleri vermiş bir kişi olarak tanıtıldığını söyleyen Prof. Dr. Uysal, “Konevî’nin hadisçiliği konusunda ortak kanaat, onun, hadislerin işâri ve tasavvufî şerhleri hususunda kayda değer başarılar ortaya koyduğu yönünde. O ilimde tam bir hikmet avcısı. Hadislerde geçen emir, yasak ve tavsiyelerin sır ve hikmetlerine odaklanmış ve bu hususta doğru ve orijinal çıkarımlarda bulunmuştur. Şahsen ben, bu tür orijinal görüş ve çıkarımları ile Konevî’nin, sessiz ve mütevâzî bir şekilde, tasavvuf eğitiminin sahih bir çizgide yürütülmesine büyük katkı sağlayan bir ‘sûfî âlim’ olarak, ilim tarihinde kendisine eşsiz bir yer edindiği kanaatindeyim. Sadreddin Konevî hicri 673 yılında vefat ettikten 2 yıl sonra 675 yılında İnce Minare Daru’l-Hadîsi kuruluyor. İnce Minâre Daru’l-Hadîsi’nin açılmış olması, o gün ilimlerin kurumsallaştığını ve Konya bölgesinde formasyon sahibi entelektüel bir kitlenin bulunduğunun en önemli göstergesi. Dedemiz Alparslan 1071 yılında Malazgirt zaferiyle Anadolu’yu İslam’a açmış. Elbette çok önemli ve tarihî bir olaydır. Bu olmasaydı, Anadolu yurdumuz olmazdı. Ancak Konevî gibi, Mevlâna gibi kutupların bu değerli çabaları olmasaydı, İslam medeniyeti ve Türk kültürü Anadolu’da tutunamazdı. Medeniyet değerlerinizi, ilminizi kültürünüzü, tek kelimeyle paradigmanızı oraya yerleştiremediyseniz, aslında orayı fethetmiş olmuyorsunuz. Dedemiz Alparslan’ın açtığı yolu, anlamlı hale getiren kutuplar, Konevî gibi şahsiyetler olmuştur” diye konuştu.