Görevini Yap, Vatanını Yaşat

Bugünlerde çocukluğumun geçtiği Kütahya’dayım. Kütahya gerek küçük bir Anadolu kenti olması sebebiyle, dar sokakları, taşlı yolları, pınarları, geleneksel Türk evleri ve çini süslemeleri ile beni etkilemesi ve gerekse birbirine tutkun, insan ilişkilerinde güçlü yakınlıkların olması sebebiyle benim anılarımda önemli yer eder. Bu 30 Ağustos’u Kütahya’da geçirdim. Milli bayramların nasıl kutlandığını uzun zamandır unutulduğu ülkemde bir milli Bayramı coşkuyla kutlamanın heyecanı yaşadı. 2 gündür kent hoparlörlerinde belediyenin anonsu ile uyanıyorum.
“Değerli vatandaşlarımız 30 Ağustos Zafer Bayramı münasebetiyle tüm kenti bayraklarımızla donatalım herkes Türk bayraklarını assın ve bu coşkuyu beraber yaşayalım…”
Ve sonra 30 Ağustos günü yapılacak konser ve diğer etkinlikler günler öncesinden planlanıyor bütün kent bayraklarla donatılmış. Yine aynı belediye anonsundan kahramanlık marşları çalıyor. Herkes evinde bile olsa marşlara eşlik ediyor balkonlardan çıkıp bayrakları asıyor. Çarşıda yolda yürürken marşlara eşlik eden genç yaşlı birçok insanı görmek, üstünü örttüğüm, kırılmalar ve küskünlüklerle kapattığım bazı milli duygularımı tekrar canlandırmami sağladı. İnsan, milli duygularina küser mi? demeyin lütfen. Küser. Aklımın erdiği günden beri babamın ve annemin sabahın altısında uyanıp coşkuyla işlerine gidip akşam da görevlerini yapmış olmanın huzuruyla eve dönmelerini, yorulmadan köy köy dolaşıp öğretmenlik yapmalarını, bir öğrencinin ülkesi için çaba harcamasının ne kadar kutsal olduğunu anlatıp durmalarını ve sürekli çalış ve ülkene faydalı ol öğütlerini duyarak izleyerek dinleyerek büyüdüm. Ve bu bilinçle çalıştım. Nazım Hikmet’in
Tahir ile Zühre meselesinde dediği gibi;
“…Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı? sen elmayı seviyorsun diye elma da seni sevmek zorunda değil…”
Ben işimi yaptım diye kimin de beni aynı coşkuyla sevmesini beklemek… Devletimin de bana aynı coşkuyla hizmet etmesini istemek… Hizmetlerimin karşılığında takdir ve tebrik almayı ümit etmek ve beklentisine girmek… belki de en büyük hatam oldu. Tabii ki vatan görevi, karşılık beklenerek yapılacak bir görev değil bu bir borç. Atalarımızın biz refah içinde yaşayalım diye şehit olmalarının karşılığında ne kadar çalışırsak çalışalım ödeyemeyeceğimiz bir borç. Ve hep soruyorum kendime… Bireysel olarak görev mi yeterince yapabiliyor muyum diye borcumu ödeyebiliyor muyum diye..?
Çocukken 30 Ağustos sabahlarını hiç unutamıyorum. Televizyonda yayınlanan resmî geçit törenlerini babamın önderliğinde ailecek izlerdik. Tankların, uçakların, askerlerin geçişi sırasında annem ve babamın gözleri dolardı. Babam bize kahramanlık şiirleri okur, birini mutlaka ezberletir ve bir marşı hep birlikte söyleyelim isterdi. Mümkünse mutlaka stadyuma gidilir tören izlenirdi. O gün, bir ulusun ayağa kalktığı gündü. Ve biz, o günün mirasçıları olduğumuzu içten içe bilinçaltımıza yerleşmiş şekilde öğrenirdik.
Bugün artık o eski törenlerin heyecanı aynı kalabalıklarla yaşanmıyor belki. Ama millî duygularımız hâlâ başka biçimlerde içimizde duruyor. Acaba mirasçısı olduğumuz bu vatan için nasıl bir mücadele veriyoruz? Bu emaneti fikirle, bilimle, üretimle savunabiliyor muyuz? Belki artık cephede değiliz, ama aynı mücadeleyi kalemle, bilgisayarla, sanatla, sahnede ya da laboratuvarda veriyor muyuz?
Yine de millî duygular yalnızca büyük zaferlerde, özel günlerde hatırlanacak bir şey değildir. O duygular, birbirimizi selamlarken, karşıdan karşıya geçerken yol verirken, yanımızdakine el uzatırken, farklı olanlara saygı duyarken, kadını, çocuğu, ağacı, hayvanı korurken, bu topraklarda daha iyi bir gelecek kurmaya çalışırken yaşar. 30 Ağustos’un bize öğrettiği en önemli şey de budur aslında: İçimizde var olan güçlü birlik duygusu ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmanın korumamız gereken bir değer olduğu düşüncesidir. Atatürk’ün vermek istediği mesaj buydu şehitlerimizin akan kanları bunun içindi…
Evet, millî duygularımız değişiyor. Eski nesillerin gözyaşında saklı olan coşku, bugün gençlerin gözlerindeki umutla varlığını sürdürüyor. Bir futbol galibiyetinde sokaklara taşan sevinçle, bir bilim insanının ödülünde hissettiğimiz gurur arasında görünmez bir köprü var. O köprünün adı “bir ve biz” olma duygusudur.
Ve işte tam da burada Atatürk’ün o sözü yankılanıyor kulaklarımda:
“Vatanını en çok seven, görevini en iyi yapandır.” sonra birden kentteki Atatürk heykelini görüyorum valilik meydanının ortasında ve altında yine o söz yazıyor.
Millî duygular, sadece coşkuyla değil; sorumlulukla, emekle, görevimizi en iyi şekilde yaparak yaşar. Durup durup tekrar tekrar düşünmemiz gerekir, bu ülkeye nasıl bir değer katıyoruz, görevimizi en iyi şekilde yapıyor muyuz, yapanlara destek oluyor, yapmayanları eleştiriyor muyuz? Korkmadan cesurca Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Atatürk’e sahip çıkabiliyor muyuz?
Peki sen, görevini en iyi yaptığında bu ülkeye kattığın ya da katacağın değeri hiç düşündün mü? Her birey bu sorguyu yapsa acaba ülkemiz nereye yükselir?
Bilgehan Yılmaz